Kasım 12

Halife Ebubekir


a) Ebubekir Nasıl Halife Oldu?

Hep söyleniyor, Hz. Muhammed’in vefatından sonra Ebubekir nasıl halife oldu; zorlukları var mıydı, tüm Müslümanlar bir ağızdan mı kabul etti, Hz. Muhammed’in onayı var mıydı gibi sorular hiç sorulmamış, bu konular hiç de irdelenmemiştir. Şimdi Ebubekir’in nasıl halife ilan edildiğine ilişkin İslami kaynaklardan bir özet sunmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki, bu konuda da insanların bilmedikleri önemli şeyler var.

Muhammed vefat edince, Hz. Ali hem onun damadı, hem de amcaoğlu olduğu için, onun cenazesiyle ilgilendi. Yaygın olan görüşe göre de cenaze üç gün yerde kaldı. Peki niye? Çünkü iktidarı ele geçirmek için, halk tabiriyle halife olmak için çok ciddi çekişmeler vardı da ondan. Hele Ebubekir ile Ömer bu iktidar kavgasının merkezindeydi. Zaten Ebubekir ve Ömer’in, kızları Hafsa ve Ayşe eliyle, iktidar için Hz. Muhammed’i katlettiklerini daha önce yazdım. Ölümünden sonra artık sıra uygulamadaydı. Bu yüzden onlar iktidar derdindeydi; cenaze önemli değildi. Bu tür iktidar kavgaları tarih boyunca hep olmuştur. Başka ülkelerin tarihini irdelememize gerek yok; geçmiş dönemlerde Osmanlı padişahları, Cumhuriyetten bu yana da Türkiye’de bu gibi olayların varlığını bilmeyen yok. Hz. Muhammed’le halifeleri için de aynı planlar geçerli ve hatta mevcut bilgilerden o dönemde bu tür suikastların daha fazla var olduğu ortaya çıkıyor.

Aslında Hz. Muhammed’in ölümü ve bu arada cenazesinin yerde kalması hiç de Ebubekir ile Ömer’in umurunda değildi. Burada Buhari’de pek çok yerde tekrarlanan bir olayı aktarayım. (112) Beni Temim kabilesinden bir heyet Muhammed’e gelir. O sırada Ebubekir’le Ömer de Muhammed’in yanındalar. Bunlar, Muhammed’in huzurunda tartışmaya, birbirlerine kırıcı sözler söylemeye başlarlar. Bu sırada Hucurat suresi ikinci ayeti iner: “Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin.”

Bu sure hicri 9-10. yılında inen Kur’an’ın en son gelen/oluşan surelerinden. Yani İslamiyetin ilk yılları olsaydı denilebilirdi ki Ebubekir’le Ömer yeni Müslüman olmuşlar, Muhammed huzurunda kavga etmeleri, saygı göstermemeleri normaldir; ancak bu sure geldiği zaman nerdeyse Kur’an bitmek üzere, Muhammed’in artık son yılları. Anlaşılan o ki, Muhammed bunları kendi sözleriyle durduramadığı için Tanrı-Cebrail formülünü uygulamak zorunda kalmış.

Hele Ömer bir kızdı mı zaten ancak ayetle durdurulabilirdi. Bu konuda Ömer’le ilgili özel bir bölüm sunacağım. Orada kendisinin ne kadar etkili olduğu ve Tanrı’nın ne kadar ona önem verdiği örneklerle açıklanacaktır. İşte Ebubekir-Ömer, Muhammed’e aşırı derecede bağlıydı (dini bağlılık kastediyorum) demenin yanlış olduğuna Buhari’nin birkaç yerinde anlatılan bir örnek, ki Muhammed onlar sayesinde zorda kalıp kurtuluşu ayet oluşturmakta bulur. Bu konuda oluşan ayetin bir de yanlış bir yanı var. Çünkü ayet genel değil; Muhammed’e özel. Dolayısıyla kendisi 1400 senedir yok. O zaman bu ayetin Kur’an’da kalmasının Müslümanlara ne faydası var ki; fazladan orada duruyor. Çünkü o artık yok ki Müslümanlar ona karşı sesini kıssınlar, yüksek sesle konuşmasınlar. Yani, ayetin bir kere muhatabı ortada yok.

Kaynaklarda Muhammed’in vefatı sonrasında Ömer’in ortaya çıkıp “Kim Muhammed ölmüştür diyorsa onu öldürürüm. Aslında o Allah’ın yanına çıkmış, yakında dönecektir” gibi sözler sarf ettiği anlatılıyor. Daha sonra Ebubekir “Sünh” denilen Medine dışındaki ailesinin yanında iken ölüm haberini duyup gelince, hemen minber tarafına geçip konuşmaya başlar. Bu arada Ömer’e de kızıp, otur oturduğun yerde diye talimat verir ve o sırada halk huzurunda güya Ömer’i sakinleştirmek için Kur’an’dan şu ayeti okur: “Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da.” (113) Buna karşı Ömer, Ebubekir’e, “Sen hatırlatmasaydın böyle bir ayetten haberim yoktu” diyerek adeta teşekkür eder.

Besbelli ki ikisi birlikte bu senaryoyu hazırlamışlardır. Yoksa niye Ebubekir kalkıp toplum içinde Ömer’e kızsın, onu sustursun; başka adam mı yoktu: Biri nalına vuruyor, diğeri mıhına. Aslında zekice bir plan. Benzer örnekler günümüzde de var: İnsanlar faili meçhule kurban gider (ki aslında failler belli) ve aynı katiller tarafından ah-vah denilerek onların cenazeleri kaldırılır. Bu gibi taktikler Ömer ile yandaşları için daha fazla geçerli. Bir taraftan vurmak, katletmek, diğer taraftan timsah gözyaşları dökmek! Niye timsah gözyaşları? Çünkü Ömer okur-yazar ve Muhammed’in vahiy kâtiplerinden. Dolayısıyla Kur’an’da olup bitenleri iyi bilmesi lazım.

Kendisi, bilerek işi acemiliğe vurmuş; yoksa Ömer Muhammed’in ölmeyeceğini iddia edecek kadar cahil biri değildi. Bir de, Ebubekir’in ona hatırlattığı ve onun da “bunu bilmiyordum” dediği ayet dışında, -Tanrı hariç- herkesin öleceğini açıklayan ayetler Kur’an’da çok. Peki, hiç mi bir tane aklına gelmedi veya hiç mi onların içerdiği anlam Ömer’in aklında kalmadı? Bu konuda birkaç ayet vereyim. Ta Uhud harbinde inen (oluşan) “Muhammed eğer ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz!” ayeti var. Ki Muhammed’in de hem ölebileceğini, hem de öldürülebileceğini belirtiyor. (114) Bir de Kur’an’ın birkaç yerinde tekrarlanan, “Her canlı ölümü tadacaktır/ölecektir” ayetleriyle (115) bunlara eşanlamlı, “Allah’tan başka her şey yok olacak, yeryüzünde bulunan her şey yok olacak, nerede olursanız olun ölüm size ulaşır.” gibi ayetler var iken ve üstelik de işin mantık yanı bir tarafa; Ömer bunların kâtibi iken ve ayetlerin oluşmasında hep Muhammed’i yönlendirmiş iken, Ebubekir’e, “Ben Muhammed’in de öleceğini içeren ayeti bilmiyordum” demesine inanmak için ancak saf olmak gerek.

İktidar için Muhammed’i ortadan kaldıran bir Ömer, Muhammed için üzülür mü hiç! Herhalde kalkıp da “Ey ahali, Muhammed’i ben öldürdüm” diyecek hali yoktu! Bir de orada kılıç çekmekle farklı bir mesaj da vermek istemiş aslında. Halk Ömer’in aşırı derecede dindar olduğuna inansın diye. Çünkü onun halkla işi vardı, ileride onların başına geçecekti; kendini daha iyi takdim etmek için tabii ki böyle bir reklam onun lehine olurdu. Bir diğer önemli taktik de, böyle yapmakla aslında zaman kazanmak istiyordu. Çünkü Ebubekir’le birlikte yola çıkmıştı, beraber bir plan gerçekleştirmişlerdi ve o an için de Ebubekir hazır değildi. Medine’nin dışına, başka bir hanımının yanına gitmişti. İşte Ebubekir’in yetişmesi için aslında oyalamak istiyordu. Hele Ebubekir de gelince ona, ‘geç yerine, bilmiyor musun ki Kur’an’da her canlı ölümü tadacaktır diye ayet var’ demesi, tiyatronun başka bir parçasıydı.

Gerçekten Ebubekir’le Ömer adeta tiyatro oynuyorlardı. Defalarca Muhammed’i öldürmek isteyen ve sonunda başaran Ömer’in yukarıda yazdığım sözünün hiçbir değeri yoktur.

Burada komik bir olay da yaşanıyor; onu da ekleyeyim. Muhammed ağır hasta ve o gece artık ölecek. Ebubekir ona, “Bu gece falanca eşimin sırasıdır, onda kalmalıyım” diyor ve sanki gitmek için izin istiyor. Buna karşı Muhammed gidebilirsin diyor. Sözünü ettiği Medine dışında Siinh’ adında bir yer. Bir eşi orada kalıyordu, Esma binti Umeys de Medine’de onun yanındaydı. Haftada bir kez Perşembe günleri hanımı Binti Harice’nin yanına giderdi, sabahleyin cuma günleri de saç ve sakalını boyar ondan sonra yola çıkar, Medine’ye gelirdi. İbni Sad nerdeyse Ebubekir’in bu saç-sakal boyama işine kendi kitabında sayfalarca yer ayırmıştır. (116)

Kadın o sırada da Ümmü Gülsüm adında bir kız çocuğa hamileydi. Hani İslam’a göre eğer bir erkek birden fazla kadınla evliyse, onlara sıra yapar, her gece birinde kalırdı. Ebubekir de böyle bir durumdaydı. Onun Binti Harice, Ummü Ruman, Esma binti Umays gibi eşleri vardı. Hatta Ebubekir vefat edince, eşlerinden Esma onu yıkıyor. Yani Hz. Muhammed’e sözünü ettiği kadın değil; başka bir eşi onu yıkıyor.

İlginçtir ki, Ebubekir’i yıkayan bu kadın, daha once Hz. Ali’nin ağabeyi Cafer’le evlenmişti. Cafer öldürülünce bu kez Ebubekir’le hayatını birleştirmişti. Anlattığım gibi kendisi ölünce bu Esma onu yıkamıştır. Ama aynı Esma ve hele bir zamanlar Hz. Ali’nin ağabeyi Cafer’le evli olan bu kadın, Ebubekir’in ölümü üzerine bu kez de Hz. Ali ile evleniyor ve bunlardan iki de çocuk dünyaya getiriyor. Bu kadının her üç eşinden de çocukları vardı. İşte nerdeyse kendilerine tapılan o dönemin insanları böyleydi. (117)

Ebubekir sabahleyin Muhammed’in ölüm haberini alınca merkebine binip geldi ve Ömer’in az önceki (sözüm ona sinirli) halini gördü ve onu yatıştırıcı bir konuşma da yaptı. (118)

Hani kurt hep sisli havayı sever, diye bir söz var; Ömer de önemli kişilerin cenazeyle uğraşmalarını fırsat bilip bir an önce işi sonuca götürmek istedi ve nitekim de başardı. Halifelik işi sağlama alındıktan sonra Ebubekir’le kendisi kabir başına döndüler; ancak o zaman da artık cenaze kaldırılmıştı ve ona yetişemezlerdi. Ali kabirle meşgul iken onlar o 2-3 günde işi bitirmişlerdi. Cenaze kefenlenirken, yıkanırken, defnedilirken ne Ömer ne de Ebubekir ortalıkta vardı. Hele ünlü Kur’an yorumcusu ve tarihçi Taberi (hicri 310’da vefat etmiş) kendi tarih kitabında Ebubekir’in üç gün sonra ancak cenaze başına geldiğini yazıyor. Bu konuda kaynak çok. (119)

Bir de hep söylenir: Muhammed Ayşe’nin kucağında vefat etti diye. Anlaşılan o ki, bu da doğru değildir. Evet, bu konuda hadisler var; ancak bunlar da Ayşe menşe’ilidir ve bir taktiktir. Mesela bu konuda İbni Sad bağımsız bir bölüm açmış ki, bazı rivayetlere göre Hz. Ali’nin kucağında vefat etmiştir. Örneğin; Ömer artık halife, bir ara ondan soruyorlar: Hz. Muhammed’in son sözü neydi diye? O, ben bilmiyorum; Ali’den sorun diyor. Demek ki son nefesinde Ali’nin kucağındaymış. Bir de İbni Abbas’tan soruyorlar, Ayşe diyor benim kucağımda vefat etti, acaba doğru mu? Kendisi, “Bu da nerden çıktı; Allah’a yemin ederim ki Ali’nin kollarında vefat etti” diyor. (120) Yani ortalık toz-duman.

Diğer taraftan Hz. Ali ve eşi Fatma, cenaze işi bittikten sonra, (Ali halife olsun diye) halkın karşısına çıkıyorlar; ama artık onlar için çok geç: Ebubekir’le Ömer, işi çoktan sağlama almışlardı. Hz. Ali’nin daha sonra gidip halktan destek talebinde bulunduğu düşüncesi, İslam’da Sünni kesimin iddiası. Şia kesimin tarihçileri ise, “Hz. Muhammed sağ iken halifeliği zaten Hz. Ali’ye vasiyet etmişti” fikrini savunuyorlar ve Ali’nin de, “Nasıl olsa artık halifelik benim hakkım. Dolayısıyla cenazeyi kaldıralım, ondan sonra bu işle ilgilenirim” hesabından dolayı başta ilgilenemediğini ve Ömer’le Ebubekir’in cenazeyi fırsat bilip halifeliği gasp ettiklerini söylüyorlar. Benim için ha Ali halife olmuş, ha başkası olmuş fark etmez. Burada belirtmek istediğim, bu dinin lider kadrosunun hep skandallarla, suikastlarla yönetimi ele geçirmiş olmalarıdır.

Şu da var ki, Muhammed’in ölümünden sonra yönetime talip çıkanların hepsi zaten Müslüman: Ebubekir, Sad b. Ubade ve Hz. Ali bunların tümü de meşhur sahabeler; yani iktidar kavgası sadece Müslümanlar arasında oluyordu. Şunu da unutmamak lazım: İlk başta, zorlu mücadelede Ebubekir Ubeydullah’ı bile öneriyordu. Ama her nedense zaman içinde bu kayboluyor ve onun yerine halife Osman ortaya çıkıyor. Bunun nedeni Osman taraftarlarıyla Ömer arasında yapılan pazarlıklar ve sonunda Ebubekir’i ortadan kaldırma planıdır.

Yukarıda değindiğim gibi iktidar mücadelesinde Mekke’den gelenlerin başını Ebubekir-Ömer çekiyordu. Medine’nin yerlileri olan ve kendilerine Ansar denilen grup ise Sad b. Ubade’nin etrafında toplanmıştı. Medineli Müslümanlara Ansar denmesinin nedeni şu: Mekke’den göç eden Müslümanlara yardımcı oldukları için bu adı almışlardı. Zaten Ansar kelimesi çoğul olup, yardımcılar anlamına gelir. Başta Muhammed olmak üzere, Müslümanların Medine’ye gelmelerini sağlayan, buna yardımcı olan Sad b. Ubade’dir. Akabe biatinde da bu adam vardı. Bu buluşmayı sağlayan ve Muhammed’le Müslümanların Medine’ye gelmelerine zemin hazırlayan etkili bir isim. Bedir hariç tüm savaşlarda bulunan bir sahabe. Rivayetlere göre her gün kendi evinden Muhammed’e etli yemekler götürüyordu. Asil bir ailedendi ve çoğu kez seslenip ‘kimin evinde et-yemek yoksa buyrun Sad’ın evine gelip yemek yesin’ diyordu. (121)

Bir zamanlar Muhammed muhtaç iken onlar yardım edince, övgü anlamında kendi Kur’an’ına bunlar hakkında ayetler de oluşturuyordu. Bu konuda Kur’an şöyle diyor: “Mekke’den gelenlerden önce Medine’ye yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri (Mekke’den gelen Müslümanları) severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile yine Mekke’den gelen Müslümanları kendilerine tercih ederler (yani yemezler; ancak yediririler)” (122)

İşte böyle; başta yardım etsinler diye oluşturduğu ayetlerle onları şişiriyor; ama iş sağlama alınıp da zaman içinde sıra paylaşıma gelince onlara bir şey yok, düşman ilan ediliyorlar ve insan yerine konmuyorlar.

Evet; Sad b. Ubade’yi halife olarak destekleyen ve çoğunluğu Medine yerlilerinden oluşanlar, Sad halife olsun diye “Sakife Beni Saide” denilen gölgelik bir yerde toplanıp durum değerlendirmesi yapıyorlar. Bunun haberini alan Ebubekir’le Ömer oraya gidiyor. İki grup arasında yapılan konuşmalar sırasında halife Ömer, Ebubekir’in avantajlarını anlatmaya başlıyor: Hem ilk Müslümanlardandır, hem Muhammed hasta iken cemaate imam olmak için onu önerdi, Hz. Muhammed’in kayınpederi (Ayşe’nin babası), hicret esnasında onunla birlikte Medine’ye gelen çok yakın bir dava arkadaşı gibi olumlu taraflarını öne sürüyor ve bu arada “Bakın ilk olarak ben onun elinden tutup halifeliğini kabul ederim.” diyor.

Bunun üzerine iki kesim arasında tartışmalar, hatta kavgalar başlıyor. O arada adamın biri Hz. Ali halife olsun deyince (tabii ki Ali orda yok, kendisi cenazeyle meşgul), Ömer kılıcını çekip kendi yandaşlarına, “Bu köpeğin haddini bildirin” diyor. Yine Sad taraftarlarından Hubab b. Munzır, “Halifelik bizim hakkımız, Mekkeli Müslümanlar kabul etmiyorlarsa, bunlar zaten buralı değil; şehrimizi terk edip memleketlerine gitsinler” deyince, Ömer ona, “Allah belanı versin” diyor. Yine adamın biri ‘Ebubekir olamaz, halifelik biz Medinelilerin hakkıdır’ deyince, Ömer kılıcını ona doğru uzatıp seni paramparça ederim diyor ve kendi adamlarına da “Bunu öldürün” emrini veriyor. Sad’ı destekleyenlerden biri Ömer’in sakalından tutup “Ey Ömer, sen onun kılına dokunursan senin ağzında bir tane diş kalmaz.” diyecek kadar sert tepki gösteriyor. Diğer bir şahıs, “Anlaşılan o ki başka çözüm yok, bu iktidar işi ancak kanla halledilir” diyor…

Hatta Ebubekir durumun vahametini görünce, ya Ebu Ubeyde, ya da Ömer halife olsun ben olmayayım, ya da iktidarı aramızda paylaşalım diyor. Ebubekir’in bu açıklaması birçok kaynakta anlatılmaktadır. Hele ibni Ebi Şeybe bu konuda birçok hadis aktarmıştır. Hatta bu konu Buhari’de de anlatılır ve burada Ebubekir, Ömer ile Ebu Ubeyde arasına girip onların ellerini tutar, “Ben sizden biri halife olsun derim.” teklifinde bulunur. Çünkü evdeki hesap çarşıya uymamış: Sert tartışmalar, ciddi rekabet ve hatta kavgalar olmuştur. Ebubekir korkusundan bu öneride bulunur. Yoksa başlangıçta Ömer’le farklı bir plan yapmıştı.

Ebubekir’in bu önerisini en başta Ömer kabul etmedi. Ömer biliyordu ki, eğer Ebubekir olmazsa, ilk aşamada kimse Ömer’i kabul etmez. Çünkü kendisi çok sert biriydi, kimse onun yönetici olmasını kaldıramazdı. O da bunun farkındaydı.

O yüzden gelecekte halifeliği garantiye almak için, ilk etapta tehlikeyi (pek de becerikli olmayan ve zaten yaşlı olan) Ebubekir üzerinden atlatmak istiyordu. Kaldı ki, zaten ikisi arasında daha önce bu yönetim konusunda planlar yapılmıştı. Bunu Muhammed’in zehirlenerek öldürülmesi kısmında anlattım. O nedenle Ömer hep Ebubekir olsun diye ısrar ediyordu. Zira bunun dışında seçilen bir halife Ömer’in kendi hesaplarını altüst edecekti, Ömer bunu çok iyi biliyordu, farkındaydı.

Her ne kadar Ebubekir’in halife olma durumu bir sürpriz de olsa, yaşlı biri olduğu ve Ömer kadar da sert olmadığı için, halk ona evet diyebilirdi. İşte bu noktada Ömer sonuç alma konusunda biraz rahattı ve nitekim de başardılar. Bu arada ben bunu anlatırken başka bir olay hep aradan kaynayıp gidiyor. Hz. Muhammed vefat etmeden önce, Üsame b. Zeyd komutasında Bizanslılara karşı savaşmak için İslam ordusunu Suriye tarafına gönderiyor. Ortalıkta Ebubekir, Ömer gibi önemli isimler varken, Üsame gibi birini komutan seçmesi onlara göre normal bir durum değildi. O yüzden karşı çıkıyorlar ve ne Ebubekir, ne de Ömer onunla birlikte savaşa katılıyor. Bundan şu anlaşılıyor: Hz. Muhammed, Ömer gibilerini bu zor savaşa gönderip etkisiz hale getirmek, harcamak ve gelecekte halifelik için Hz. Ali’nin önünü açmak istemiş. Onlar Hz. Muhammed’i dinlemiyor ve savaşa katılmıyorlar. Muhammed’in ölümünden sonra Ebubekir’in araya girmesiyle, Kureyş’ten birçok önemli kişi Medine’de kalıyor. Ömer zaten demirbaş, o savaşa katılmıyor. Yani ortada satranç gibi çok çetrefilli bir oyun var aslında. Ama kimse bu olayların üzerine bu şekilde gitmemiş.

Kaynaklarda, o dönem çoğu insanın Ebubekir aday olacak diye tahmin etmedikleri anlatılıyor. (123) Ama Ömer onu zorla öne çıkartıp illa Ebubekir olsun diye ısrar ediyordu. Hep söylüyorum: Ancak bu yolla Ömer halife olabilecekti. Bu kadar muhalefet varken, Ömer de bir sözünde, “Halkın üzerinde anlaşmadığı kişinin halifeliği meşru değildir, hatta bununla savaşılır” dediği halde, ısrarla ve hatta zorla Ebubekir’i halife ilan ediyordu. Bu olay, uzunca bir hadiste en başta Buhari’de anlatılmaktadır. Burada deniliyor ki, Ömer camide bir konuşma yapıyor, Ebubekir’le birlikte halk da dinliyor. Daha sonra Ömer gelip Ebubekir’e, minbere çık halk gelsin sana biat etsin/elini tutup seni kabul etsin diyor; ama Ebubekir çıkmıyor. Bu arada Ömer ısrarla onu minbere çıkartıyor. (124)

Hatta deneme mahiyetinde henüz Ebubekir seçilmeden Ömer, Ubeydullah’a, seni halife yapalım diyor. Ubeydullah kurtların çok olduğunun farkındadır, kimse bu lokmayı ona yedirmez; o nedenle hayır diyor. Bir de ortamdan anlıyor, kimin kimden yana olduğunu biliyor ve zaten Ömer de bir taktik olarak ona bu teklifi sunuyordu. (125)

İşte başlangıçta Ebubekir’in halifeliği sürprizdir diyenlere kızan Ömer, daha sonra bunun sürpriz olduğunu itiraf ediyor: Evet doğrudur diyor. Medineliler Sad b. Ubade halife olsun diyorlardı. Mekke’den gelenlerin bir kısmı Ebubekir olsun diyordu; ama bazıları da Hz. Ali’nin evinde karargâh kurmuşlardı, o olsun diyorlardı. Sonuçta Ebubekir’in tarafı ağır basıyor ve kendisi halife seçiliyor. (126)

İşte böyledir: Başlangıçta kim sürpriz diyorsa asar keserim diyen bir Ömer, daha sonra tam tersini söylüyor, bunun bir sürpriz olduğunu kabul ediyor. (127)

Anlatılanlardan anlaşılıyor ki, Ebubekir çok beceriksiz bir insan; ancak Ömer onun üzerinden geleceğini sağlama almak istemiş, onunla daha önce pazarlığını yapmış; adam artık mecbur. Hatta Ebu Süfyan Ebubekir’in halife olduğunu duyunca Hz. Ali’ye; “Kureyş’in en pasif-zavallı kişisi halife seçilmiş, nerdeyse fıtık olurum (alay edercesine)” diyor. Yine Selman-i Farisi o zaman Farsça bir cümleyle, “Kerdaz ve nakerdaz” şeklinde bunu belirtiyor. Yani bir şey yaptınız; ama iyi etmediniz diyor ve devamla, Hz. Ali’yi seçseydiniz hepinizin yararına olacaktı diyor.

Selman-i Farisi hakkında kısa bir bilgi vereyim. Kur’an’da Nahl suresinde “Derler ki Kur’an’ı bir insan Muhammed’e öğretiyor (tanrısal boyutu yok)” şeklinde bir ayet geçiyor. (128) İşte burada çoğu Kur’an yorumcuları Selman-i Farisi üzerinde durmaktadır. Demek istediğim, bu insan önemli biri. Kısa bir örnek vereyim. Ayşe anlatıyor: Muhammed geceleri Selman-i Farisi ile yalnız kalırdı, kendi aralarında konuşurlardı, hatta öylesine sohbete dalardı ki, bazen bizi unuturdu. (129) İşte Muhammed’in kendisinden bilgi aldığı Selman-i Farisi, Ebubekir hakkında az önceki sözü söylüyor. Kendisi aslen İranlıydı ve ailesi İran’da Zertüştilik dininde bir bakıma diyanet reisliğini yürütüyordu. Muhammed’e varana kadar, yollarda yıllarca değişik haham ve papazlardan da bilgi alış-verişi yapmıştı, tüm kutsal ve diğer Ortadoğu dinlerini iyi biliyordu. İşte Ebubekir’i tayin etmekle hata yaptınız diyen kişi böyle biridir.

Ebubekir halife olunca Talha kılıcını çekip ortaya çıkıyor, biz Ebubekir’e mi kaldık diye. Hatta Ömer ona, “dur durduğun yerde ey köpek” diyerek ağır hakaretlerde bulunuyor. Halit b. Sad da sert tepki gösteriyor. Yani umulmadık bir sürpriz oluyor insanlar arasında. Ebubekir de bunu itiraf ediyor; ancak ortada bela var, ben bunun için kabul etmek zorundayım diyor. (130)

Sakife Beni Saide toplantısında bir ara Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde arasında durarak, “Ya Ömer halife olsun, ya da Ebu Ubeyde” deyince, Ömer, en başta Ahmet b. Hanbel’in Müsned’inde ve daha birçok İslami kaynakta geçen, “Vallahi senin önüne geçsem boynum kinisin! Benim için en ağır günah, sen hayatta iken benim senin önüne geçmemdir. Olur mu, böyle yapar mıyım? Sen hayatta iken kimsenin haddine değil ki senin önüne geçsin, Muhammed seni namazda öne geçirmedi mi, kimsenin haddi değil ki seni arkaya çeksin. Vallahi ben iman üzere öldürülsem, bir daha dirilsem, bir daha öldürülüp dirilsem yine senin önüne geçemem! Ver elini önce ben siftah edeyim, seni kabul edeyim” diyerek hep onun propagandasını yapıyordu. (131)

Aynı teklifi, Ömer Ebu Ubeyde’ye sununca, sen halife ol deyince o, “Ey Ömer, sen Müslüman olalı senden hiçbir şey anlayamadım. Ebubekir var iken nasıl ben öne geçerim” diyor. (132) Aslında danışıklı dövüş olmazsa Ebu Ubeyde o kadar kitle içinde bu sözü Ömer’e karşı kullanamazdı. Bu söz aslında Ömer’in de hoşuna gidiyor.

Ömer’le Ebubekir’inki bir danışıklı dövüştü; ancak Ebu Ubeyde, kimsenin bu makamı ona teslim etmeyeceğini bildiği için hep arkaya çekiliyor, hayır diyordu. Yani kendisi senaryodan habersizdi. Ancak kendisine yapılan tekliflin boş olduğunun farkındaydı. O nedenle kabul etmiyordu.

Bu durumda haklı olarak şu soru sorulabilir: Madem baştan beri Ebubekir Ömer’le bir komplo içindeydi ve sonuçta Muhammed’i ortadan kaldırmayı başardılar; peki niye ilk başta ben olmayayım demiş ve hasta iken de son nefesinde yine bunu tekrarlamış: Keşke ben halife olmasaydım diye? Hal böyle olunca ortada çelişkili bir durum söz konusu. Aslında çelişki yok. Çünkü: İlk başta o toplantıda ben olmayayım demesinin nedeni, kendisinin gördüğü kavgalardan korkmuş olması ve bu nedenle adaylıktan çekilmek zorunda kalması. Çünkü bakmış ki, çarşıdaki hesapla evdeki hesap birbirlerini tutmuyor. O nedenle ben olmayayım sonucuna varmış. Son nefesindeki pişmanlığa gelince; bunun birçok nedeni var.

Birincisi; Ebubekir zaman içinde kendisinin Ömer tarafından kullanıldığını fark ettiği için bunu söylemiş olabilir. Bu konuda yeri gelince Ebubekir’in ölümü başlığı altında önemli bazı örnekler vereceğim. Ki araları açılır, artık Ebubekir de ona karşı illallah diyecek hale gelir.

İkinci neden ise; Ebubekir’in iki buçuk yıllık icraatının çok kanlı geçmiş olması, son nefesindeki pişmanlığına neden olmuş olabilir. Bilmiyorum ama bunları bir film şeridi gibi son nefesinde gözler önüne getirince etkilenmiş olabilir diyorum. Hele en başta da Fatma ve Hz. Ali’ye, Ömer baskısıyla yaptığı haksızlık onu etkilemiş olabilir. Bu başlık altında zaten belirteceğim ki, Ebubekir talimatıyla Ömer gider Fatma’yı tekmeler, sonuçta Fatma hem çocuk düşürür, hem de bu olayda aldığı darbelerden dolayı kısa zaman içinde vefat eder ve Ali’nin de başına getirmedikleri kötülük kalmaz.

Hele Muhammed’in vefatından sonra Ebubekir’in kitlesel bir şekilde dinden çıkanların üzerine gitmesi ve onlara uyguladığı katliamların benzeri tarihte az bulunur. Sadece Yemame’de katledilen insanların sayısı 21 bindi, işte Ebubekir’in son nefesindeki pişmanlığı bunlardan dolayı olabilir, tabii ki var olan bilgilerden yola çıkarak böyle bir sonuç muhtemeldir diyorum, yoksa niye pişman olsun ki.

Şu da önemli, Medine’nin asıl sahipleri olan Ansar grubu, yani Sad b. Ubade’yi destekleyen kesim, ikili bir yönetim de önerir ve başlangıçta Ebubekir buna evet der: Bir lider bizden olsun, diğeri de sizden düşüncesindedir. Aslına bakılırsa bu adil bir öneri-, ancak Ömer buna karşı çıkıyor. Çünkü onun amacı kısa zamanda yönetimi ele geçirmekti, tabii ki sonuçta Ebubekir halife oldu; ancak diğer rakip Sad b. Ubade, “Yerle gök birleşse bile ben onun halifeliği tanımam” dedi. Onu rahat bırakmadılar, o da Medine’yi terk edip Şam tarafına gurbete gitmek zorunda kaldı. Buna rağmen onu orada da rahat bırakmadılar: Ömer halife olunca onun arkasından Halit bin Velit ve Muhammed b. Mesleme’yi gönderip onu gurbette öldürttü (133) ve sonunda şu yakıştırmada bulundu: “Efendim tuvalet ihtiyacını giderirken o durumda cinler onu öldürür” şeklinde masalımsı bir gerekçe… (134)

 

Dediğim gibi, bütün bunlar bir film şeridi gibi eğer Ebubekir’in gözünün önünden geçmişse, geçmişin hesabını yapmışsa ve Ömer tarafından kullanıldığını da fark etmişse son nefesindeki pişmanlık bunlardan dolayı olmuş olabilir. Ebubekir’in pişmanlığını içeren hadisi, bundan sonraki kısımda Fatma’nın malı konusunda anlatacağım.

Ömer’in Ebubekir’den sonra halifelik makamına oturması çok kolay olmuştur: Ebubekir ölünce hemen o gece Ömer birkaç kişiyle, -tabii ki içlerinde halife Osman da var- hemen onun cenaze namazını kıldı ve o gece götürüp defnettiler. Sabah olduğunda ise Ebubekir vefat etti, yerine de beni tayin etti diyerek halifeliği bu şekilde ele geçirdi. Neden geceleyin gömdü, acelesi neydi? Çünkü itirazlar olabilirdi, başına dert açılabilirdi. O yüzden birkaç önemli kişiyi de yanına alarak onu geceleyin gömdü ve güya vasiyeti üzerine halife olduğunu halka duyurdu. (135)

Ebubekir, Ömer’e görev verdi, o da hemen kolayca işbaşı yaptı iddiası doğru değildir; bu iddia gerçeği yansıtmıyor. Ebubekir’in ölümü konusuna yeterince açıklık getireceğim. Ancak az önce değindiğim gibi söz Ebubekir’in gece defninden açılmışken bir fıkra anlatmam gerekiyor. Bizim Diyarbakır’da hocanın biri öğrencisine adını sormuş. “Adım İskân” demiş öğrenci. “Peki, babanın adı ne?” diye ikinci bir soru sormuş öğretmen. “Onun da adı İskân” cevabını almış. “Baban ne iş yapar?” “İskân müdürlüğünde memur” demiş öğrenci. “Peki, nerede, hangi semtte oturuyorsunuz?” Çocuk, “Biz İskân evlerinde oturuyoruz” yanıtını vermiş. Yani hep iskân, hep iskân…

Tıpkı bunun gibi; başta Muhammed olmak üzere Osman, Ebubekir, Hz. Fatma (mezarı bile belli değil) gibi önemli kişiler de hep gece gömülmüşlerdir. Bunun bir anlamı olmalı.

Halifelikle ilgili bu zorlu seçime bakılınca haklı olarak şu soru insanın zihnine geliyor: Neden Muhammed kendinden sonra halife olacak kişiyi, kendisi henüz hayatta iken belirlememiş? Acaba kimse onu dinlemezdi diye mi cesaret edememiş; yoksa kendisinden sonra iktidar yüzünden kavgaların çıkacağını tahmin edememiş de ondan mı veya Ali gibi birini belirlemiş; ancak o dünyasını değiştirince sonrakiler buna uymamışlar mı?

İhtimaller çok: Dediğim gibi ya hiç düşünmemiş, bunu aklına bile getirmemiş, ya da belirlemiş ve hem damadı, hem de amcasının oğlu olan Ali’yi tavsiye etmiş; ancak vefatından sonra Ömer-Ebubekir ekibi iktidarı zorla, hileyle ele geçirmişler. Bir kere Muhammed’in kendisinden sonra neler olacağını bilmediğini iddia etmek çok yanlış olur. Başka bir tabirle, “Muhammed kendisinden sonra iktidar yüzünden neler yaşanacağını bilmiyordu” demek ancak saflık olur. Belirlememenin bir diğer ihtimali de, karşısında aynı zamanda kayınpederi olan Ömer gibi güçlü birinin olması olabilir. Diğer tarafta Ebubekir ve hem damadı, hem de amcasının oğlu olan Hz. Ali vardı ve bunlar gibi Mekke’den gelenlerden, Medine yerlilerinden birçok önemli kişiler vardı. İşte bu zorlu tablodan birini belirlemeye cesaret edememiş demek de mümkün. Dolaylı olarak belki birini belirlemiş; ancak açıkça belirlemekten kaçınmış olabilir. Bütün bunlar ihtimaller. Ancak en güçlü olanı, Hz. Muhammed’in Ali’yi belirlemiş olması ve daha sonra Ebubekir-Ömer’in buna uymamış olmaları. İleride bunun üzerinde duracağım.

Ben görevin kime devredildiğinden ziyade cinayetler üzerinde duracağım. Ama okuyucuları aydınlatmak için bu konuya da açıklık getireceğim.

Bu zorlu ve karmaşık tablo olmasaydı, son hutbesi olan veda hutbesinde, toplanan binlerce insan kitlesi huzurunda kendi halefini ilan edebilirdi ve bu durumda kolay kolay kimse itiraz etmezdi.

Muhammed için sonuç alıcı bir yöntem olamayacağı için buna başvurmamış olabilir. Çünkü bu durumda en başta Ömer onu dinlemeyebilirdi, henüz hayatta iken Ömer’le arası açılabilirdi. Zira Ömer’i çok iyi tanıyordu. Buna kanıt olarak, Kur’an’ın Kökeni adlı yapıtımın Ömer’le ilgili bölümü önemlidir: Muhammed’i ne kadar yönlendirdiği o kitapta örneklerle açıklanmıştır; hatta birçok kez Muhammed, Ömer’in karşısında sıkıntıya düşünce, onu sevindirmek, ondan kurtulmak için, onun istekleri doğrultusunda ayetler oluşturup Kur’an’ına eklemiştir. Bu konuda adı geçen kaynağımda pek çok örnek verdim. Ayrıca elimdeki çalışmamın sonlarına doğru Ömer’in bilinmeyen yönleriyle ilgili bir bölüm açacağım; orada da onun Muhammed için ne kadar önemli, etkili ve baskın olduğu örneklerle açıklanacaktır.

Bir diğer ihtimal de, tüm zorluklara rağmen, Muhammed’in kendine bir halef seçmiş olmasıdır, bu mümkündür. Ama herkesin duyabileceği bir ortamda değil; belki az bir cemaat yanında söylemiş olabilir. Bunun da değişik nedenleri olabilir. Bu konuda -başta Buhari ve Müslim olmak üzere- önemli bazı bilgiler var. Mesela Muhammed ölüm döşeğindeyken bazı tavsiyelerde bulunur, şu üç nokta önemlidir der. Birincisi: Arap yarımadasında iki din bir arada olmasın/tek din olsun veya müşrikler bu adada kalmasınlar. İkincisi: Size gelen elçileri (barış elçileri veya başka amaçla gelen elçileri kastediyor) iyi karşılayın. Üçüncüsü ise maalesef belirsiz… Neden belirsiz; bunun gerekçesi ilginç. Olayı aktaran İbni Abbas, “Muhammed bu ikisini söyledi; ama üçüncüyü de ya kendisi sustu/söylemedi, ya da söyledi de ben hatırlayamıyorum.” şeklinde geçiştiriyor. Çok komik ve inandırıcı olmayan bir açıklama.

Bu hadis bile tek başına o dönemde olup bitenlerin ne kadar sağlıksız bir şekilde zapturapt altına alındığına kanıt olarak yeterlidir. Ben bu hadisin ilk ravisi tarafından bu şekilde söylendiğine inanmıyorum. Daha sonra, hadisler yazılırken bilerek bu şekilde yazılmıştır, bazı yerleri silinmiştir; bu kesindir. Üstelik bu hadis en başta Buhari’de birkaç yerde ve Müslim’de geçmektedir. (136)

 

b) Halife Ebubekir’le Ömer Hz. Fatma’nın Malına El Koyuyor

Bu başlık altında gözden hep uzak tutulmak istenen konulardan birini daha sunmak istiyorum. Buna ilişkin malzeme İslam’ı kaynaklarda çok fazla. Bir şeyler anlaşılsın diye elimden geldiğince toparlayıcı bilgiler vermeye gayret edeceğim. Müslüman kamuoyu en çok Hz. Ali ve Ömer üzerinde durmuştur, Ebubekir ise çok mütevazı biri olarak lanse edilmiştir; aslında durum hiç de böyle değildir. Bu başlıkta çok farklı bazı konularla karşılaşılacağınızı şimdiden söyleyebilirim.

Tarihin egemenler tarafından yazıldığı bir realitedir; hele İslam tarihi için bu sav daha fazla geçerlidir. Buna rağmen yine de İslami kaynaklarda işleyeceğim konular hakkında sağlam kanıtlar vardır. Şunu da hatırlatmakta yarar var ki, bugün kitaplarda tasvir edilen, anlatılan Hz. Muhammed kendi zamanında bu kadar popüler, tabu haline gelmiş biri değildi, o günkü insanlar şimdiki Müslümanlar kadar ona tapmıyorlardı; ancak daha sonra büyütülerek farklı ve hayali bir Hz. Muhammed yaratıldı ve bu şekilde dinin hakikatini bilmeyenlere takdim edildi. Bu, Ebubekir, Ömer, Osman ve diğer meşhur sahabeler için de geçerlidir. Birazdan, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Ebubekir’in, Kur’an’a rağmen Hz. Fatma’ya yaptığı bir zulümden söz edeceğim. Bunu anlatırken de, başta Buhari ve Müslim’den bilgi sunacağım. Kaldı ki, anlatacağım konu hakkında İslam otoriterleri nezdinde zaten tartışma da söz konusu olmamıştır/Ebubekir’in yaptıkları iyi karşılanmıştır.

Şuna da vurgu yapmak isterim ki, 14 asır önce bir kadına yapılan zulüm ve haksızlığı gündeme getirmekteki amacım, İslamın lider kadrosunun halk nezdinde bilinen kimlikleriyle asıl kimliklerinin aynı olmadığını, bunların gerçekte çok farklı olduklarını ortaya koymak, bu konuda insanları bilgilendirmek ve bu tabulardan kurtulmalarına katkı sunmak; yoksa normalde 1400 yıl önce 20 yaşlarındaki bir kadının başına gelenlerden söz etmek, ancak abesle iştigal olur. Çünkü hem dünya genelinde, hem de ülkemizde her gün insanlar katlediliyor. O bakımdan amacım burada asırlar önce bir bireye yapılan uygulamadan bir ders çıkarıp İslam hakkında gerçeklerle hayaller arasındaki farkı okurlarla paylaşmaktır. Başka bir tabirle, bir kadına yapılan haksızlıktan yola çıkarak, bir inancın liderlerinin gerçek kimliklerini ortaya koymak ve dolayısıyla İslam hakkında doğru olan bilgileri takdim etmektir.

Bilindiği gibi Hz. Muhammed’in vefatından sonra Ebubekir halife oldu. Bu arada Hz. Fatma kendisine gidip babasından kalan malı, bir varis olarak talep etti. Fakat Ebubekir bunu kabul etmedi/ben veremem dedi. Tabii ki bunu tek başına yapmadı; onu yönlendiren Ömer onun hep yanındaydı. Gerekçesi de şuydu: Ben Hz. Muhammed’in bir açıklamasını biliyorum, şunu diyordu: “Biz Peygamberler ölürken varislerimize/arkamızda bıraktığımız yakınlarımıza mal bırakmayız; eğer bizden herhangi bir mal mülk kalırsa, o hazineye devredilir” anlamında bir hadis bahane etti ve Hz. Muhammed’in malından Fatma’nın payına düşeni vermedi. Bunun üzerine Hz. Fatma darıldı, kızdı ve evine döndü. Ölene kadar da halife Ebubekir ve Ömer’le konuşmama kararı aldı, konuşmadı da. Kimi rivayetlere göre Hz. Fatma babasının ölümünden sonra 75 gün, kimisine göre 3 ay, kimisine göre de en çok altı ay yaşadıktan sonra -20 küsur yaşlarında iken- vefat etti.

Bu arada Hz. Fatma’m eşi Hz. Ali de onunla birlikte evine kapandı ve ne Ebubekir’le konuştu, ne de onun halifeliğini kabul etti, belli bir süre. Bu konudaki olup bitenleri, Hz. Ali’nin başına gelenleri kısmen daha önce anlattım, kalanını da onun bölümünde anlatacağım.

Söz Ebubekir ve Ömer’in bu vasiyet olayından açılmışken, burada farklı bir olay hatırıma geldi; sanırım buraya uygundur. Hani daha önce belirttim, ben bu çalışmamda başta Kur’an olmak üzere Sünni kaynakları temel alacağım; şimdi sözünü edeceğim kişi İslam’da en eski tarihçidir. Hz. Muhammed zamanında yaşamış; ancak onunla görüşme fırsatı bulmamış. Hz. Muhammed vefat ettiğinde, bu tarihçi 15 yaşlarında bir delikanlıydı. Adı Selim bin Kays Hilali (h.2-76). Kitabında konuya ilişkin şunu anlatıyor: Hz. Ali, Muhammed’in cenaze işlerini bitirince bakıyor ki Ebubekir ve Ömer halifelik işini çoktan halletmişler bile. Onlara, “Peki siz daha dün Muhammed huzurunda beni halife olarak kabul etmediniz mi, ne çabuk Muhammed’den uzaklaştınız?” deyince; Ebubekir şunu diyor: Haklısın, doğru; ancak Muhammed bana, “Peygamberlikle halifelik bizde olmaz: Ben peygamber oldum; halifelik artık başka bir aileye geçsin” dedi. Hz. Ali soruyor, senden başka bu hadisi duyan var mı diye? Ömer hemen ortaya çıkıyor, ben şahidim ve bir kişi de yine onların ekibinden biz de varız diyorlar, tabii ki olay çok uzun; burada maksadım Ebubekir’in bu gizli vasiyetlerine yeni bir örnek daha katmak. Adı geçen kaynakta çok ilginç bilgiler var! (137)

Peki, Kur’an Ebubekir’in bu yaptığına ne diyor; şimdi de buna bakalım.

Aslında Kur’an’a göre kesinlikle Hz. Fatma haklı. Nisa suresinde (7. ayet) “Ölen anne-babanın bıraktıklarından (veraseti kastediyor) kızlarına da, erkek çocuklarına da pay vardır” deniliyor ve daha sonra yine aynı surenin 11. ayetinde, “Eğer ölen bir anne veya babadan tek bir kız kalırsa, o zaman tüm malın 1/2 sini alır” deniyor. Bu durumda Halife Ebubekir, Hz. Muhammed’e ait olan tüm malın yarısını gasp etmiş olmaktadır ve verdiği karar da Kur’an’a terstir. Hatta bazı durumlarda eğer ölenden yalnız kızı kalırsa, o zaman malın tümünü de alabilir. Ancak burada Hz. Muhammed’in hanımları davar. Bunların payı zaten belli: Malın 1/8’i. Hanımlar bu payı kendi aralarında bölüşüp paylaşırlar. İster bir hanım olsun, ister birden fazla olsun fark etmez: Burada ölenin çocuğu olduğu için onlar ancak 1/8’ini alıp paylaşırlar. Kur’an’a göre bu davada Hz. Fatma, babasından kalan malın yarısına sahip olmalıydı. Hz. Fatma’nın babasının malını Ebubekir’den istemesi ve Ebubekir’in az önce belirtilen gerekçeyle ona vermemesi olayını içeren açıklama, müttefakun-aleyhtir. Yani hem Buhari’de birkaç yerde, hem de Müslim’de anlatılmaktadır. (138) Ne ilginçtir ki, başta dört mezhep lideri olmak üzere bir kere İslam âleminde Ebubekir’in bu icraatına karşı herhangi bir itiraz da söz konusu olmamıştır.

Hz. Muhammed’den kalan mal da çok fazlaydı. Fedek sayfiye/yazlık köyünü bir baskında Yahudilerden ele geçirip kendine tahsis etmişti. Yani bu, hazine malı değildi. (139)

Hz. Muhammed, ele geçirdiği bu Hayber gelirinden her yıl her hanımına (10’dan fazla hanımı vardı o zaman) 100’er vasak/yani yaklaşık 11-12 ton ayırırdı. Bunun %20’sini arpa, kalan % 80’ini de hurma olarak onlara verirdi. Bu zaten en başta Buhari’de anlatılmaktadır. (140) Bir de Medine’de ona ait ganimet malı vardı. Bunu da yine Beni Nadir Yahudilerini Medine’den/asıl yurtlarından sürerek onlardan ele geçirmişti.

Dikkat edilirse, Hz. Muhammed’den kalan her üç yerdeki malı/serveti Yahudilerden kalma talan malıdır.

Ömer Halife olunca Hz. Muhammed’in eşlerinden ve aynı zamanda Ömer’in kızı olan Hafsave yine Hz. Muhammed’in eşlerinden Ebubekir’in kızı Ayşe, Hayber gelirinden artık mahsûl değil de arazi kabul ettiler, araziye ortak oldular; ama Hz. Muhammed’in diğer eşleri yıllık mahsûl almaya devam ettiler. (141) Toprak altındır derler ya. Halife Ömer de kızına düşen payı toprak olarak ayırdı. Çünkü nasıl olsa kızı artık yasak ayetler nedeniyle evlenemezdi ve o mal onlarda kalırdı, halife olduğu için hamalları da çoktu, onu bedava işletirdi.

İlginçtir ki Ebubekir’in el koyduğu bu Fedek Sayfiye köyü, Muaviye b. Ebi Süfyan iş başı yapınca üçe bölünüp bedava olarak şu kişilere dağıtıldı: Mervan b. Hakem, halife Osman’ın oğlu Amr ve kendi oğlu Yezit. Daha sonra mülkün hepsi Ömer b. Abdülaziz’in eline geçti. O da bu konuda halka bir konuşma yapıp asıl sahiplerine vereceğini söyledi ve Hz. Fatma’nın torunlarına (artık kim kalmışsa) iade etti. Zaman içinde Yezit, Hz. Fatma’nın torunlarından tekrar alıp Mervan oğullarına verdi ve böylece mülk sürekli elden ele yer değiştirdi.

İşte Ebubekir’in vermediği, halkın malıdır dediği Fedek’in kaderi budur. Daha önemlisi, Ebubekir zamanla Hz. Fatma’ya çok yalvardı, bağışla beni diye; ama Fatma kabul etmediği gibi, Ebubekir’e çok ağır sözler söyledi: “Ben ha yatta olduğum sürece hep namazdan sonra seni Allah’a şikâyet edeceğim, hakkında beddua edeceğim…” Bazı Sünni kaynaklarda, Fatma’nın bu sert konuşması karşısında güya Ebubekir etkilenmiş, Fedek hakkında bir kâğıt yazıp Fatma’ya vermiş (senin olsun diye). Ömer bunu Fatma’nın elinde görünce almak istemiş-, ancak Fatma vermemiş. Ömer kâğıdı zorla Fatma’nın elinden almak isteyince de Fatma, kâğıdı göğüslerinin arasına koymuş. Buna rağmen Ömer zorla kâğıdı oradan almış ve yırtmış. Fatma ona da şunları söylemiş: Sen nasıl kâğıdımı yırttın Allah da senin karnını yırtsın/belanı versin demek istiyor. İşte Sünni kaynaklarda bunlar da anlatılıyor. (142) Zaten daha sonra Halife Ömer’in karnı yırtılıyor, bir adam onu katlediyor. Buna da yeri gelince açıklık getireceğim.

Bu da gösteriyor ki, Ebubekir, Ömer’in karşısında hiç değerinde bir insanmış ve hep kullanılmış.

Şu olayı, Hz. Muhammed’in eşlerinden Ebubekir’in kızı meşhur Ayşe anlatıyor ve en başta da Buhari (altı yerde), Müslim, Tirmizi (üç yerde), Nesai, Ebu Davud (üç yerde) İmam Ahmet b. Hanbel (birkaç yerde) yazmışlardır: “Hz. Fatma, babam Ebubekir’den Hz. Muhammed’in malını isteyip de babam vermeyince, darıldı evine gitti. Bu olaydan 6 ay sonra da öldü ve bu süre zarfında da babama küskündü, konuşmadı. Hz. Ali onun cenaze namazını kıldı ve geceleyin gömdü. Niye gece? Çünkü babamla halife Ömer duyup da cenaze namazına, kabri başına gitmesinler diye. Hz. Ali de Fatma hayatta olduğu sürece babamın halifeliğini kabul etmedi; ancak Fatma ölünce babama haber yolladı: Evime gel seni halife olarak kabul edeyim dedi. Bunu duyan halife Ömer hemen müdahale etti ve babama, ‘Sen nereye gidiyorsun? Ya eğer senin başına bir şey getirse’ gibi sözler söyledi, engel olmak istedi. Babam, ‘Ben Ali’den olumsuz bir şey beklemiyorum, niye bana karşı bir kötülük düşünsün ki. Ben giderim’ dedi ve gitti. Bu kabul esnasında Hz. Ali halka karşı bir de konuşma yaptı, Ebubekir’i ilk etapta halife kabul etmeyişinin nedenini, bunun kendi hakkı olduğuna inandığı için direndiğini; ancak olan olmuş ve ben de artık Ebubekir’i halife olarak kabul ediyorum” diye Hz. Ali’nin uzun uzadıya yaptığı bu açıklamasını aktarır Ayşe. (143)

Olayın, Ayşe’nin anlattığı şekilde olmadığını daha önce aktardım: Hz. Ali’nin evine yapılan baskınlar, boğazına geçirilen ip ve o şekilde disiplin altında Ebubekir’in yanına götürülmesi gibi olaylar yaşanmıştır, Tabii ki Ayşe’nin bu açıklamaları gerçeği yansıtmıyor; bunlar artık davanın bir tarafı. Buna rağmen onun bu sözlerinden yine hoş olmayan bir şeylerin o dönemde yaşandığı kesin. Bir bakıma bu da önemli bir açıklama; ama tam değil.

İşin daha önemli yanı, Fatma’nın istediği verasetten Fedek sayfiye köyü, zaten daha önce babası tarafından kendisine hibe edilmişti; babası hayatta iken zaten onu Fatma’ya devretmişti. İsra suresi 26. ayeti inince (Muhammed oluşturunca), bu köyü o sırada kızı Fatma’ya hibe etmişti. Ayetin anlamı şu: “Akrabaya, yoksula, yolcuya haklarını ver.” Ebubekir, babası henüz hayatta iken kendisine bağışladığı bu Fedek’i de Fatma’ya vermedi. Bu köyün, Hz. Muhammed’in henüz hayatta iken kızı Fatma’ya hibe ettiğine ilişkin açıklamalar, İslami kesimce güvenilir sayılan kaynaklarda anlatılmaktadır. (144) Yani bu köy artık veraset de sayılmazdı; Fatma’nın kazanılmış bir hakkıydı, öz malıydı.

Konuya ilişkin şu sorular yanıt istemektedir: Bilindiği gibi Hz. Muhammed başta Ebubekir, Ömer ve Ali olmak üzere kendi çevresinden seçtiği 10 kişiye cennet müjdesini vermişti. Bir de kendi kızı Hz. Fatma hakkında, “Fatma benden bir parçadır; kim ona kızar, haksızlık yaparsa, o bana kızmış-haksızlık yapmış olur” anlamında birçok söz söylemiştir ve bunlar hadis külliyatında ve Müsnedlerde değişik versiyonlarla geçmekte ve en başta da Buhari ile Müslim’de ortak olarak işlenmektedir. (145)

Peki, bu durumda denklem nasıl çözülecek? Ya Ebubekir haklıdır cennete girecek (din mantığına göre!) ve Hz. Ali ile Fatma haksızdır. Ya da Ebubekir suçludur, onlar haklıdır. Bu durumda da Hz. Muhammed, Ebubekir’e hak etmediği halde cennet müjdesini vermiş olmuyor mu? En önemli soru da şu: Neden bu kadar önemli olan bir hukuki konuda (peygamberden kalan mal yakınlarına verilmez diye) Kur’an’ın Allah’ı bir ayet göndermemiş de, bunu Muhammed’in hadislerine bırakmış; o da ancak gizliden Ebubekir’e söylemiş olsun! Kur’an’a bakıyoruz onun Allah’ı salatalık işlemiş, sarımsak, mercimek, soğan işlemiş. (146) Yine bakıyoruz dört yerde merkep/eşek işlemiş (147), beş yerde köpek işlemiş (148), katır, at, deve (149) işlemiş. Ama insan hukukuyla ilgili bu kadar önemli olan bir konuda işi Hz. Muhammed’in sözüne bırakmış, o da (tabii ki bu, Ebubekir’le Ömer’in şahsi planlarıdır) başka kimsenin bilmediği bir gizlilikle ancak Ebubekir’e aktarmış olsun. Gizlilik diyorum. Çünkü böyle bir açıklaması olsaydı, bir kere Hz. Fatma ve eşi Hz. Ali, Ebubekir’den mal istemezlerdi.

Söz verasetten açılmışken, burada farklı bir noktayı da hatırlatmak uygun olur. Hani hep diyorum, neden Ebubekir bu malı Fatma’ya vermedi? Peki, Fatma’nın annesi Hatice’nin malı ne oldu? Kadın o kadar zengin, işçileri vardı, bir ara Muhammed de onun işçisiydi ve daha sonra evlendiler. Hatice ölünce acaba Muhammed ondan kalan maldan Fatma’ya düşen payını verdi mi? Fatma evlenmemiş de olsa annesinden kalan verasetten pay almalıydı. Hatice’nin malından Muhammed’in payı 1/4’tür Çünkü Hatice’nin çocukları vardı. Kalan ise Fatma ve diğer kızlarına ait olmalıydı. Peki, Muhammed bunu yaptı mı? Hayır. Kendi kurduğu sisteme, oluşturduğu Kur’an’a kendisi de duruma göre uyuyordu, duruma göre de uymuyordu. Bunun üzerinde fazla durmuyorum. Ancak onun da Hatice’nin malını Fatma’ya vermediği kesindir.

Nisa suresi 11. ayetine göre Hz. Muhammed’den kalan malın yarısı Fatma’nın hakkı iken, Ebubekir’le Ömer’in kendi keyfi kararlarıyla Fatma’ya vermedikleri gibi, Kur’an’a da inanmadıkları bir gerçektir. Zaten onlar Kur’an’ı ancak kendi çıkarları için bir araç olarak kullanmışlardır; olaylara bir bütün olarak bakıldığında, başta Ebubekir-Ömer olmak üzere, o günkü inananların bugünkü Müslümanlar kadar Muhammed’i tabulaştırdıkları, ona aşırı derecede inandıkları diye bir şey yoktur; sadece rant ve siyasi iktidar peşindeydiler.

Daha önce de belirttim; Hz. Muhammed’in cenazesi 3 gün yerde kalırken (hele o sıcak mevsimde), Hz. Ali ve diğer yakınları cenazeyle meşgul iken, Ebubekir’le Ömer halifelik işi bitinceye kadar cenazeyle ilgilenmediler ve gömüldüğü zaman da iktidar kulisleri yüzünden bu ikisi kabri başında yoktular. Demek istediğim, bugünkü inananların Muhammed’e bakış açılarıyla o günküler arasında dağlar kadar fark vardı. O günkü inananlar çıkar için inanıyorlardı: Cariye, talan, ganimet gibi avantajlardan ötürü inanıyorlardı. (150)

Ebubekir’in bu pratiğini anlatırken Ebu Hanife’nin onun hakkında kullandığı ilginç bir ifade var, onu da buraya almak istiyorum. İmam Ebu Hanife şunu diyor: Benim yanımda Ebubekir’le İblis’in/şeytanın imanı birdir. Ebu Hanife’nin bu açıklamasını böyle önemsiz tarihçiler değil; çok meşhur İslam tarihçileri aktarıyor. Mesela; Hatib-i Bağdadi (392-463) ve İbnü-l Cevzi (ö.597.h) gibi İslam düşünürleri. Ama neden Ebu Hanife, Ebubekir’i seçip onun hakkında bu ağır ifadeyi kullanmış, bu ayrı bir konu. Belki de Ebubekir’in icraatını beğenmediği için bu benzetmeyi yapmıştır. Sonuçta ağır bir benzetme. (151)

Ebubekir zehirlenerek ölüm döşeğine yattığında güya pişman olmuş. Abdurrahman b. Avf onu ziyarete geldiğinde Ebubekir’in iyiliklerinden söz ederken Ebubekir şunları söylemiş: “Hayatımda yaptığım üç şey için keşke yapmasaydım diyorum. Yine hayatımda yapmadığım üç şeyi de keşke yapsaydım diyorum. Yapmasına pişman olduğum şeylerden biri, keşke Fatma’ya yaptıklarımı yapmasaydım. Bir de, ateşte yakmak suretiyle işkenceyle öldürdüğüm Fücae Sülemi’yi keşke ya serbest bıraksaydım, ya da normal bir şekilde öldürseydim.” demiş.

Yapmadığına pişman olduğu üç şeyden ikisi ilginç: Keşke Hz. Muhammed hayatta iken bu halifelik işini ondan sormuş olsaydım, senden sonra kim halife olsun diye. Dolayısıyla bu kadar sıkıntı çekilmezdi. Bir de bana Eş’as b. Kays’ı getirdiklerinde keşke onu öldürseydim diyor. Tüyler ürpertici açıklamalar: Pişman olduğu olaylar hep cinayet.

Ebubekir’in yukarıdaki açıklaması, nerdeyse ilgili tüm İslami kaynaklarda vardır; yani kenardan, kıyıdan aldığım bir açıklama değil. Hep vurguluyorum: Bilinmeyenlere dokunduğum zaman kimilerine zor gelebilir; bunu biliyorum. Onun için şüphe kalmasın diye dokümana önem veriyorum. (152)

Kimi İslam düşünürleri, efendim Hz. Muhammed kendinden sonra halife olacak kişiyi belirlemiş. Bunun işareti de, kendisi hasta iken Ebubekir’i göstermiş, “Sen camiye git, cemaate namaz kıldır” gibi sözleri gerekçe kabul edip, bununla halifeliğin Hz. Muhammed’in işaretleriyle belirlendiğini öne sürerler. Hatta bu konuda şu gibi aktarmalar da var: Hz. Ali ve amcası Abbas Muhammed’in cenazesiyle meşgul iken, kalabalıktan Ali bir şeyler anlıyor, hemen dışarı çıkıp Ebubekir’e, “Bize hak tanımadınız mı bu halifelik işinde, bu da ne?” diye sorunca Ebubekir, “Evet haklısın; ancak işin içinde fitne var, bunun için artık ben görevi üstlendim” diyor. Bu arada Ali, “Biliyorum; Muhammed hastayken sen imam oldun, onunla beraber hicret ettin, ancak hakkımızdı. Ama bizimle istişare etmediniz. Neyse, Allah günahlarını affeylesin” diyor ve o da onu kabul ediyor gibi söylentiler de var. (153)

 

Ben bu aşamada bu konuya girmiyorum ama şunu ekleyeyim: Eğer bir namaz kıldırmakla halife olunuyorsa, iki gözünden de kör olan İbni Ümmi Mektum halife olurdu. Çünkü Hz. Muhammed Medine’yi bırakıp bir yere gittiğinde bu kör adamı yerine tayin ediyordu, sen cemaate imam ol diyordu ve bu, on üç kez gerçekleşen bir olaydır. (154) Bir de gerçekten eğer Hz. Muhammed, Ebubekir’i halife olarak belirlemiş olsaydı, başta Hz. Fatma ve eşi Hz. Ali, Ebubekir’i kabul eder, ona saygı gösterirlerdi. Kaldı ki, Ebubekir’in az önceki itirafı var: Pişman olduğu şeylerden birinin Hz. Muhammed’den halifeliğin kime geçeceği: Bunu niye sormadım, diyor. Dediğim gibi konu çok karışık.

Ebubekir’in az önceki açıklamasında, sanki hayatında bir şey yapmamış da sadece anılan o birkaç olaya karışmış gibi bir masumane durum söz konusu. Aslında Ebubekir’in iki küsur yıllık iktidarı çok vahim olaylarla geçmiştir.

Burada konuya şu soruyla giriş yapmak isterim.

Kur’an’da 110’uncu sure olan Nasr suresinde, “İnsanların bölük bölük İslamiyeti kabul etmesine karşı, Hz. Muhammed’in Allah’a teşekkür etmesinden” söz edilir. Peki, madem öyle, neden Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Müslümanlar kitlesel bir şekilde İslam’dan çıktılar ve bunun sonucu olarak da Ebubekir onları tekrardan ya kılıç zoruyla İslam’a döndürdü veya katletti? Ortada çelişkili bir durum söz konusudur. Peki, niye böyle?

Kur’an’da Müslümanlara ganimet, talan, fidye, cizye, cariye gibi avantajlar tanınmış iken, bir de eğer savaşlarda Müslümanlar öldürülürse cennete girecek, orada çok güzel, iki gözün görmediği, aklın hayal etmediği kızlar (huriler) var diye buna inanılır iken ve yine şayet karşı taraftan öldürülen olursa cehennemliktir diye buna inanılıyorsa, tabii ki böyle bir zihniyetten oluşan orduyu yenmek imkânsızdır. O zaman teknoloji de yok, kılıçla savaşılmaktadır ve böyle bir inanca sahip tarafın kazanma şansı yüksektir. Ortada hem maddi, hem de manevi olarak çıkar var.

Zaten bu çıkarlar Kur’an’la da meşrulaştırılmaktadır. Bu zihniyet her zaman savaş ister. Çünkü savaşta çıkar var. Somut bir örnek vereyim. Müslümanlardan bir grup talan avında, ganimet elde etme seferindeyken, bir ara hayvanlarını güden bir insanın yanından geçip selam verirler ve adam onların selamını da alır. Buna rağmen ganimet avına çıkan o grup çobanı katleder ve hayvanlarını alıp götürür. Daha sonra Muhammed bunu öğrenince, şöyle bir ayet gelir (oluşturur). Diyanet’in Kur’an tercemesinden vereyim: “Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır.” (155)

Hemen hemen tüm önemli tefsirlerde, Kur’an’ı yorumlayanlar bu ayetin az önceki insanın cinayeti üzerine indiğini belirtiyorlar. Şu cümlecik dikkat çekici: “Allah katında pek çok ganimetler vardır” diye geçiyor. Bunun anlamı çok açık: Yani böyle göze çarpan, halk nezdinde makul görülmeyen bireylerden uzak durun, şimşekleri üzerimize çekmeyin, ganimetlerin başka yolları-yöntemleri vardır, başka gün, başka seferler yapar yine ganimet elde edebiliriz demektir. (156)

Burada kısa bir ara verip kutsal dinlerin talana olduğuna ilişkin bir örnek de Tevrat’tan vereyim. Süleyman peygamberin haraç-vergilerden topladığı yıllık altın miktarı yaklaşık 35 tondu. Ordusundaki kalkanların büyük çoğunluğu altındandı. Fildişinden saray yaptırmıştı ve hep altın kaplamalıydı. Kullandığı kap-kaşık hep altındandı. Gümüş hiç kullanmıyordu. İşte talancı zihniyet böyledir: Biri kazanır, diğeri din adına onu alıp sefasında kullanır. (157)

Tekrar soruya döneyim: Neden bu insanlar kitlesel bir şekilde İslam’a girdiler ve neden Muhammed vefat edince yine kitlesel bir şekilde dinden çıktılar?

Çoluk çocuğum öldürülmesin, malım talan edilmesin, ben öldürülmeyeyim, eşim cariye olarak düşmanın eline geçmesin gibi hesaplardan dolayı insanlar İslamiyet’i kabul etmek zorunda kalıyordu (korkudan). Meşhur İslam tarihçisi İmam Zehebi’den çok küçük bir örnek vereyim. “Müslümanlar Afrika’yı ele geçirince, savaşa katılan her şahsa bin dinar (altın para) düşüyor. Yani bunlar Afrika’nın işlenmiş kıymetli mücevheratını talan ediyorlar.” (158) Her cepheden yapılan baskınlarda ganimet adı altında karşı tarafın her şeyi alınıyordu. Ama Hz. Muhammed öldürülünce, onlar tekrardan İslamiyet’i bıraktılar. Çünkü İslam ordusunun Muhammed’den sonra eski gücünde kalabileceğine inanmıyorlardı.

Sonuçta Ebubekir çok sert tedbirlerle İslamiyet’i terk edenlerin üzerine gitti ve büyük katliamlar gerçekleştirdi. Bunu yaparken de ordusuna şunu söyledi: “Bakın Kur’an’a göre siz öldürülürseniz şehit ve dolayısıyla cennetliksiniz, onlar ise cehennemliktir. Sizin için onların hanımları ve kızları cariye olarak helaldir; ama bu avantaj onlar için yoktur.” Bir diğer söylediği şey şu: “Bize zararlı olanlardan bir kısmını da yabancı memleketlere, sürgüne göndereceğiz…” Abdullah bin Mesut, “Ebubekir döneminde biz bu proje ile kazandık, yoksa işimiz zordu” diyor. (159) Bu konuda birçok İslami kaynakta bilgi var; ancak Vakıdi, ‘Kitab’ül Ridde’ adlı eserinde bu dinden çıkmalar ve Ebubekir’in onlara ne yaptığı konusunda detaylıca bilgi verir. Vakıdi, Hz. Muhammed’e zaman olarak da en yakın olan İslam tarihçisidir. (160)

Burada İslam âleminde saygınlığı olan meşhur Halit bin Velit’ten kısa bir-iki örnek vermekle Ebubekir’in nasıl bir Ebubekir olduğu konusunda somut bir bilgi vermek istiyorum. Bir taşla iki kuş misali; hem Ebubekir’in nasıl bir kişi olduğuna örnek olsun, hem de Halit b. Velit’e ve özellikle de Hz. Muhammed’in nasıl biri olduğuna örnek olsun istiyorum.

Hz. Muhammed henüz hayatta iken, Beni Temim kabilesinden Malik b. Nüveyr de Müslüman olur (diğer kabileler gibi korkudan veya gerçek, her ne ise) ve Muhammed onu o bölgenin zekâtını, vergilerini toplamakla görevlendirir. Muhammed’in ölümü üzerine Müslümanlar kitlesel bir şekilde İslamiyeti terk edince, Ebubekir değişik bölgelere baskınlar yaptırır, tabii ki asayişi sağlamakla meşhur olan Halit b. Velit de bu baskınlarda aktif bir şekilde yetkili bir komutandır. Bu arada Halit b. Velit bir gün Malik b. Nüveyr’in bölgesine gider. Malik’in, Leyla binti Sinan adında çok da güzel bir hanımı varmış. Halit onu görünce dayanamaz ve kocasını bir hiç uğruna öldürüp o kadına cariye olarak el koyar ve hemen orada, memleketine dönmeden o kadınla cinsel ilişkide bulunur.

Hâlbuki Kur’an’a göre, bir kadının eşi ölür veya öldürülürse, ikinci bir erkekle evlenebilmesi/cinsel ilişki yaşayabilmesi için en az dört ay on gün beklemesi lazım. (161) Bundan amaç, belki eski eşinden hamile ise doğacak çocuğun kimden olduğu belli olsun diyedir. Ama bu süre, savaşta ele geçirilen karşı tarafın kadınları için geçerli değildir. Müslümanlar en kısa zamanda onlarla cinsel ilişkide bulunsunlar diye, Müslüman savaşçılara bir indirim yapılmıştır. Esir alınan kadın tek bir sefer adet görse yeterlidir denilmiştir. (162)

Ama bu olayda Halit b. Velit bu tek bir seferlik adet görme şartını da beklemez, hemen orada kadınla sevişir. Hz. Muhammed de hep böyle yapardı. Hayber’de Safiye, Beni Mustalık’ta Cüveyriye ve yine başka bir baskında ele geçirdiği Reyhane örnek gösterilebilir. Yani o da hiç beklememiştir o belirlenen tek adet görme şartını. Neyse konumuz bu değil; bu işin teferruat kısmı.

Halit b. Velit’in az önce sözü edilen cinayet olayı ve kadını cariye olarak ele geçirme durumu Ebubekir ve Ömer’e iletilince Ömer, Halit’i taşlayarak öldürelim. Çünkü Halit, bir kadını kendine almak için Müslüman bir kişiyi katletmiştir der. Burada kısa bir hatırlatmada bulunmak isterim:  Aslında Ömer bu olayda kıskançlığından dolayı Halit’e sert tepki göstermiştir. Çünkü Ömer’in genel durumuna bakıldığında, o da bundan farklı bir şey yapmamıştır. Bir kere cariyelik kurumunu onaylayan bir sistem var ortada ve Ömer de bundan yararlanmıştır. Buradaki tepki, Halit’e karşı özel nedenlerden dolayıdır. Bu, hem siyasi olabilir, hem de aralarındaki ilişkiden de olabilir. Bir örnek vereyim. İslami kaynaklarda, Ömer’le Halit henüz Müslüman değilken, bir ara güreşiyorlar.

Halit, Ömer’in bir bacağını kırıyor. Bu olay anlatılırken şu da söyleniyor: Zamanla Ömer’le Halit arasında meydana gelen hoşnutsuzluğun nedeni bu olaya dayanır. Yani Ömer bunu hazmetmez ve hep ona karşı tavır alır. Hatta Ömer’in, Suriye tarafında öldürülen Halit’in cinayetinde parmağı var diyen İslam tarihçileri bile var. (163)

Ancak Ebubekir, Ömer’in bu ceza teklifini kabul etmez, düşmana karşı kılıç kullanan bir insana ben ceza vermem der. Ömer, Halit b. Velit’e şunu söyler: “Nasıl olur da sen bir Müslüman’ı, eşini alabilesin diye katlettin” gibi sert sözler. Buna rağmen Halit’e herhangi bir ceza uygulanmaz. (164)

Hani belki kamuoyu bilmiyordur; Muhammed döneminde birçok kişi de bölgelerinde kendilerini peygamber olarak ilan etmişlerdi. Mesela;

a) Müseyleme, yine aslen Hıristiyan olan, Arap yarımadasından

b) Şecah binti Haris adında bir kadın,

c) ‘Yakıd’ adında bir kadın, Suriye’nin Halep tarafında peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Buna ilk olarak babası inanır’ (165)

d) Lakit bin Malik Ezdî (Umman’da peygamberliğini ilan eder ve zaten İslamiyet’ten önce de oranın emiriydi, asıl adı Cülendi idi)

e) Esved-i Ansî

f) Tuleyha b. Huveylid Esedî

Bu ve bunun gibi kişiler de kendi bölgelerinde peygamberliğini ilan etmişlerdi. Hepsi Ebubekir zamanında bastırılır ve böylece o coğrafyada İslam galip gelir, yayılır. İslamiyet’ten öyle kaçışlar olur ki, mesela Hz. Muhammed’in bir savaşta ele geçirdiği develerden kendisine 100 deve rüşvet olarak verdiği Uyeyne b. Hısn/veya Husayn bile (Kur’an’ın Kökeni adlı yapıtımda bu konuda geniş bilgi var ve en başta Buhari’den alıntı var; s. 248) İslamiyet’i bırakıp yedi yüz savaşçısıyla birlikte Tuleyha’ya katılır. Daha sonra yakalanıp Medine’ye götürülünce Müslümanlar ona, utanmadın mı ki dinden çıktın, deyince o, “Zaten hiçbir zaman İslamiyet’e inanmadım ki.” karşılığını verir. Yani hep çıkar, hep çıkar.

Burada şunu eklemekte yarar var: O dönemlerde, eskiden beri süregelen mitolojilerin gitgide genişleyip büyüyerek bir kültür haline geldiği bir gerçeklik var. Nasıl şimdi demokrasi veya sosyalizm deniliyorsa ve bunlar popülist ise o dönemde de bu tür mitolojilerle insanlar kendilerini ortaya koyarlardı, bu yöntemle kendilerini topluma kabul ettirirlerdi. Kimin formülü tutarsa artık atı alan Üsküdar’ı geçer misali iktidarı elde tutması kolay olurdu.

Ebubekir döneminde Yemame’de peygamberlik iddiasında bulunan Müseyleme güçleriyle çok şiddetli bir savaş yaşanmıştır. Burada Müslümanların verdiği ölü sayısı binlerle ifade edilecek kadar fazla ve bu ölenler arasında Uhud, Bedir gibi savaşlarda Muhammed’le birlikte olan seçkin sahabeler de vardır. İslami kaynaklarda var olan bilgilere göre Müseyleme’nin silahlı gücünün 40 bin olduğu söyleniyor.

Yine İslam kaynaklardaki bilgilere göre, bu savaşta toplam yirmi bir bin insan katledilir. Zaten Kur’an’ı kitap haline getirelim fikri, bu savaştan sonra ortaya çıkmıştır. Çünkü bu savaşta Kur’an’ı bilen birçok Müslüman katledilir. O yüzden henüz ortalıkta Kur’an izleri var iken bunu kitap haline getrelim, garantiye alalım fikri ortaya atılır. Bu konuda ihtilaf yoktur. Bu gerekçe, en başta Buhari ve Müslim’de anlatılmaktadır. Ayrıca Müseyleme’ye karşı yapılan savaşta öldürülen Müslümanların listesi birçok tabakat ve siyer kitaplarında yazılmıştır. (166)

Kısacası, Bahreyn, Umman, Yemen, Hadramut, Kinde, Nehre, Beni Amir, Havazın, Selim, Yemame, Gatafan, Beni Temim ve topyekûn bölge insanları İslamiyeti çok kısa zamanda ve hızlı bir şekilde bıraktılar. (167) Yalnız bu sonuç, insanların niçin Muhammed zamanında Müslüman oldukları noktasında iyi bir yanıttır aslında: Niye inandılar, neden kaçtılar?

Kaldı ki bu peygamber adaylarından çoğunun projeleri aynı zamanda mantıklıydı. Gerçi islam hâkim olunca onların öne sürdükleri prensipleri yok etmiş veya yerine kötü/alaylı prensipler koymuştu ki insanlar İslam’a daha da bağlansınlar; ama yine de bazı kalıntıları kalmıştır. Mesela onlardan Tulayha şunu diyordu: Cebrail vahiy getirdi, Allah’ın şunu dediğini aktardı: Siz insanlar çok şereflisiniz. Dolayısıyla sizin benim için namazda secde edip kafanızı/o en kıymetli organlarınızı yere koymanızı kabul etmiyorum. Kaldı ki, Allah olarak benim buna ne ihtiyacım var ki… gibi açıklamalar. Bir de şunu diyordu: Allah vahiy göndererek bizim günde üç sefer namaz kılmamızı istiyor. Yani sabah ve yatsı namazları yoktur diyordu. Ahirete iman onlarda da vardı: Zerre kadar bir şey hesapsız kalmaz diye. Onlara göre insanoğlu çok dikkatli olmalıydı; içki içmek, zina etmek de haramdı. Hele en ilginci, bir erkek evlendiği zaman, eğer erkek çocuğu dünyaya gelir ve yaşarsa, artık ikinci bir kadınla evlenmesi haramdır diye yasak vardı. Yani bunlara göre ancak istisnai durumda ikinci evlilik olabilirdi. Bu gibi vahiylerinden dolayı Tuleyha’nın peygamberliği hızla yayıldı, çok da taraftar topladı; ancak Müslümanlar ganimet ve cennetteki huri avantajlarıyla bunları etkisiz hale getirdiler. (168)

Müseyleme için de, efendim çok gezgin biriydi, mitolojileri çok iyi bilirdi ve halka anlatırken onları güzel etkileyebilen bir yapısı vardı; cin, sihir gibi konularda uzmandı gibi yakıştırmalar yapmışlardır İslam’ı yazarlar. Yani Muhammed’inki Tanrı’dan gelme; Müseyleme ise çok bilgili olduğu için kendi şahsi projeleri vardı ve o yalancı peygamberdir diyorlardı. Bir de Muhammed hayatta iken Müseyleme ona mektup göndererek, peygamberliği aramızda paylaşalım demiştir (Hani Musa ve ağabeyi Harun, yine Yakup ve oğlu Yusuf, İbrahim ve oğulları İsmail-İshak gibi biz de aramızda paylaşalım diyordu) ama Muhammed bunu kabul etmemiştir.

Yine Muhammed’den sonra Emevi ve Abbasiler döneminde de peygamber adayları çıktı ortaya. Örneğin; Sakif te Muhtar b. Üseyid, Şam’da Haris b. Sait, Irak’ta Beyan b. Sem’an, Küfe’de Mugire b. Sait ve Ebu Mansur el-Aceli, Esed kabilesinden Ebu Hattap, Himyeri/San’a’da Ali B. FazI peygamberlik iddiasında bulunanlar arasındaydı. (169)

İşte böyle: Eski dönemlerde Orta Doğu’da kim peygamberim deyip de kendini kabul ettirirse o yaşardı. Bunun için Muhammed döneminde birkaç peygamber adayı ortaya çıktı; ancak onlar ganimet, talan, çapulculukta ordularını harekete geçiremedikleri için kaybettiler, Muhammed ise bunların arasından sıyrıldı.

Aslında Ebubekir’in Halit bin Velit’e ceza vermemesi, Hz. Muhammed’in felsefesine uygun ve aynı zamanda ona saygıdır. Niye mi? Hemen somut bir-iki örnek vereyim.

Hz. Muhammed Mekke’yi tekrardan geri alınca (yani Mekke’nin fethinde), o baskın sırasında insanları yere yığılmış bir cenazenin başında toplanmış olarak görüyor. Ölenin kim olduğunu ve neden öldürüldüğünü sorunca, cenazenin bir kadına ait olduğunu ve öldüren kişinin ise Halit b. Velit olduğunu söylüyorlar. Burada Muhammed’in gösterdiği tepki sadece şu: Baskınlarda kadınlara, çocuklara ve yaşlılara dokunmayın. (170) Halit’e herhangi olumsuz bir şey söylediği kayıtlı değil.

Yine Halit bin Velit’le ilgili en başta Buhari’de anlatılan şöyle bir katliam olayı var:

Mekke’nin fethinden sonra, civarda bulunanlar da İslam’a girsinler diye, Hz. Muhammed, Halit b. Velit’i Beni Gezime kabilesine gönderiyor ve karşı koymazlarsa sakın onlara bir zarar vermeyin, diye talimat da veriyor. Halit, baskın ekibiyle birlikte onları İslam’a davet ediyor ve onlar da kabul ediyorlar; ancak İslam’ın formalitelerini henüz bilmedikleri için, halk nezdinde İslamiyet’i kabul ettim anlamına gelen eşanlamlı başka bir kelime kullanıyorlar. Sonuçta Halit onların bir kısmını katlediyor, kalanlarını da esir edip arkadaşlarına köle-cariye olarak dağıtıyor. Sabah olunca bu kez arkadaşlarına: “Herkes elindeki esirleri öldürsün” talimatını veriyor. Fakat bu esirler onlara karşı gelmedikleri ve üstelik de İslamiyet’i kabul ettikleri için, Halit tarafındaki bazı insanlar onun bu teklifine karşı çıkıyor ve asla biz öldürmeyiz diyorlar.

Sonuçta durum Hz. Muhammed’e iletiliyor. O, “Allah’ım, ben Halit’in yaptığından uzağım” diyor ve bunu iki, bazı rivayetlere göre de üç kez tekrarlıyor. Yani Halit’in yaptığını yanlış buluyor.

İbni Hacer Askalani, İbni Sad’dan alıntı yaparak bu hadisin şerhine şunu da eklemektedir:

Halit’le birlikte o baskına gelen Selimoğulları, Halit’in talimatını dinleyerek ellerindeki tüm esirleri katlederler; ancak Muhacir ve Ansar grubu Halit’e karşı çıkar ve ellerindeki esirleri öldürmez. Şu da var ki onlar köle-cariye olarak kalsa hiç olmazsa onlardan yararlanırlardı; peki öldürülseydi bunları katleden Müslümanların bunda ne gibi çıkarları olurdu? Yani karşı çıkanlar bu kölelik avantajından dolayı böyle bir girişimde bulunmuş olabilirler veya belki de iyi niyetli insanlarmış; olabilir, tabii ki İbni Hacer bu hadisin açıklama kısmında tüyler ürperten bazı detaylar da aktarır; ben artık onlara girmiyorum.

Şu da bilinmeli İd, Halit b. Velit çok sonraları İslamiyet’i kabul edenlerdendir, Muhammed’in ölümünden yaklaşık üç yıl önce. Peki, şu hiç sorgulanmaz mı: Acaba ne oldu da Halit ve diğer meşhur sahabeler İslam’ı seçti? Hep vurgu yapıyorum: Olay kimileri için iktidar kavgasıydı, kimileri için ganimet, cariyelerden yararlanma düşüncesiydi. Kimileri ise çoluk çocuğum cariye-köle adıyla anılmasın, malım talan olmasın endişesiyle korkudan Müslüman oluyordu. Halit b. Velit gibileri, nasıl olsa yeni bir sistem kuruluyor, biz de bir an önce yerimizi alalım, bu pastadan pay alalım hesapları yapıyorlardı. Hele bu fikir, en başta halife Ömer için geçerliydi, nitekim kendisi bunu çok iyi başarmıştır.

O dönemin önemli siyasetçileri için tek neden iktidara ortak olmaktı; ama geniş halk kitleleri için dediğim gibi ya korku, ya da ganimet-talan ve cariye kazanmak gibi maddi çıkarlar ön plandaydı; yoksa Muhammed Tanrı görevlisiydi, mucize gösterdi de insanlar bundan dolayı ona inandılar gibi fikirler, o zaman için hiç de geçerli değildi. Geçerli olsaydı, onun ölümünden sonra insanlar kitlesel bir şekilde dinden çıkmazdı ve Ebubekir de bu irtidâd olaylarıyla uğraşmazdı. (171)

Ebubekir o zaman zekât vermeyen ve güya dinden çıkanlar hakkında, ordusuna şu talimatı veriyordu: Ya onlar geri dönüp zekâtlarını verecekler veya hepsi kılıçtan geçirilecek.

Arap yarımadasında Hz. Muhammed’in vefatından sonra insanlar bazı yerlerde toplu halde, bazı yerlerde de kısmen İslamiyet’i bıraktılar. Bu arada kitlesel bir şekilde gerçekleşen bu İslam’dan çıkma olayları karşısında Ebubekir, “Yahudiler bununla çok sevinirler. Dolayısıyla tek bir muhalif kalana kadar savaşa devam” diyordu. Sonuçta binlerce insan kılıçtan geçirildi. Öyle ki Hz. Muhammed’den sonra Arap yarımadasında üç adet cami kaldı. Bunlar, Mekke, Medine ve Bahreyn’e bağlı ‘Cüvasa’ köyündeki Abdülkays camisidir. Bunlar dışında hiçbir cami kalmadı, herkes İslamiyet’i terk etti. (172)

Yani Ebubekir’in haksızlıkları böyle Hz. Fatma’ya yaptığı gibi ferdi düzeyde değildi; kendisi kitlesel bir şekilde katliamlar gerçekleştirmiştir…

Bunda zaten İslam düşünürleri arasında ihtilaf yok; onlara göre Ebubekir din için cihat etmiştir, bu kadar basit. Kendisine ‘Sıddık’ yani çok doğru denilen Ebubekir’in hayatından kısa bir numune sundum.

İşte, Ebubekir’in kendi icraatından örnekler göstererek pişmanlık duyduğu olaylar keşke yalnız onlardan ibaret olsaydı: İki buçuk yıllık halifelik dönemi hep katliamlarla geçmiştir.

O yüzden kimi İslam tarihçileri Ebubekir’in durumunu, Kur’an’da mitolojisi anlatılan Firavun’un denizde boğulmasına benzetmişlerdir: Güya Firavun suda boğulmaya başladığı an pişman olup “Musa’nın Rabbine inanırım” demiş de, o sırada Azrail inip ona, “Şimdi mi inanırsın, sen suçlusun” deyip ağzına çamur doldurup onu boğmak suretiyle ruhunu almış misali. (173) İşte Ebubekir’in durumu da buna benziyor demişler…

Hatta Zehebi, Mizan’ül İtidal adlı yapıtında Muhammed b. Ahmet b. Hammad’el Kufi’den şu farklı rivayeti de ekliyor: Kimileri, Ebubekir ve Ömer’in yaptığı zulme karşı onları Firavun’a benzetmiş, kızları ve aynı zamanda Muhammed’in de eşleri olan Ayşe ile Hafsa’yı da fitne unsuru olarak nitelemişlerdir. Ebubekir ve Ömer için de kimileri, “Ey zalimler, sizin ölüm anındaki korkunuz ve pişmanlığınız tıpkı Firavun’ununki gibi artık size fayda vermeyecektir” demişlerdir. (174)

 

c) Halife Ebubekir’in Öldürülmesi (Siyasi Cinayet)

Halk arasında Hz. Ali, Ömer ve Osman’ın öldürüldükleri biliniyor; ancak Hz. Muhammed’in katledildiği bilinmediği gibi; insanlar Ebubekir’in de en yakın arkadaşları tarafından bir siyasi cinayete kurban gittiğini bilmiyor. Ebubekir’in zehirlenerek katledildiğine ilişkin açıklamalar İslami kaynaklarda çok fazladır; ancak kendi arkadaşları tarafından bir komploya kurban gittiğini net olarak belirten bir İslam düşünürü hemen hemen yoktur. Necah Taî (175) ile itikadı mezheplerden Mutezile ekolüne yakınlığıyla bilinen İbni Ebi’l Hadid, bu konuda çok çarpıcı ve net bazı bilgiler vermişlerdir. Necah Taî’den kısa bazı bilgiler vereyim.

Necah’ın kaynağındaki bilgiler gerçekten ilginç. Kaldı ki, alıntı yaptığı kaynaklar hepsi ünlü İslam düşünürlerin kaleminden. İlk önce kitabından bir özet sunacağım; daha sonra da değerlendirmesi ne kadar doğru diye, başka Sünni kaynaklarla karşılaştıracağım. Ayrıca onun alıntı yaptığı kaynaklardan da birçoğunu dipnot olarak ekleyeceğim.

Kendisi birinci cildin 40. sayfasından başlamak üzere konuya ilişkin şu bilgileri veriyor:

İlk başta Ebubekir’le Ömer arasında yapılan konuşmada, Ebubekir bir yıl görevde kaldıktan sonra ayrılıp halifeliği Ömer’e teslim etmeliydi, plan buydu; ancak Ebubekir bunu yapmıyor, görevde direniyor ve üstelik de Ömer’e karşı tavır alıyor. Mesela onun Ömer’i Hac görevinden alması gibi. Bunun üzerine Ömer, Osman’ın bağlı olduğu Emevilerin etkili isimleriyle görüşüyor. Mesela Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye gibi. Plan şu: Biz birlikte Ebubekir’i ortadan kaldıralım, ondan sonra yönetimi paylaşalım diye. İlkin Ömer halife olacak, ondan sonra da Osman ve bu arada tabii ki Emevi kesimine gitgide tolerans tanınacak. Zaten Ebubekir halife olduğunda Ebu Süfyan hep onun halifeliğiyle alay ediyordu, adam mı kalmadı da bunu seçtiniz diyordu.

Sonuçta Ebubekir’e, doktoru Haris b. Kelde’ye, Mekke valisi Attab’a ve Ebu Kebşe’ye zehir içiriliyor ve hepsi de bir yıl sonra hemen hemen aynı gün veya günlerde vefat ediyorlar, tabii ki ilacı nasıl verdiklerinin detayı hakkında pek bilgi yok. Ancak Ebubekir, Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Selam’a güvenirdi, onları kötü niyetli olarak tahmin etmezdi. İşte bu iki kişi aracılığıyla planlarını uygulamışlardır diye rivayetler var.

Necah iddialarını güzel hazırlamış; birçok İslami kanıt ve argümanlarla tezini destekliyor, inandırıyor. Yani öne sürdüğü kanıtlar hep İslami kesimden; ancak belki kimse onun kadar fark edememiş, bu ayrı bir şey.

İddialarından bir kesit:

Daha sonra anlatacağım ki, güya Ebubekir son nefesinde Osman’a vasiyetini yazdırmış, ben ölürsem Ömer halife olsun diye. İşte bu konuda Necah şöyle diyor:

– Bir kere ağır hasta olan Ebubekir artık halifeyi tayin edecek durumda değildi. Zaten bu olup bitenler sırasında vefat ediyor. O yüzden, Osman’ın Ebubekir’in yanına girip dışarı çıkınca halka, “Beni dinleyin, size Ebubekir’in vasiyetini ilan ederim ki Ömer’i halife olarak önerdi” sözleri Ebubekir’e ait değildir. Aslında bu vasiyetname daha önce Ömer ve Osman tarafından planlanıp bir kâğıda yazılmış ve Osman’a verilmiş ki, Ebubekir’in son nefesinde içeri girip çıksın ve Ebubekir bana yazdırdı desin. Sonuçta, bu sahte bir vasiyetnamedir, burada bir senaryo söz konusudur, diyor.

Çünkü Ebubekir’in yanında son nefesinde Osman’dan başka şahit olacak kimse yoktu, hem de hiç kimse Osman’ın bu açıklamasının Ebubekir’e ait olduğuna inanmıyordu. Çünkü Ebubekir genelde uzlaşmacı bir konuşma yapıyordu. Osman’ın okuduğu yazı ise çok farklı ve sonunda da Şuara suresinin 227. ayeti eklenmişti. Ayetin içeriği şu: “Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.” Yani burada şu söyleniyor: Her zaman yumuşak konuşan, moral veren bir Ebubekir, son nefesinde bu ayeti işleyerek sanki alın halifeliği, Allah belanızı versin gibi bir yaklaşım söz konusu. İşte bu, Ebubekir’in üslubu değildir. Bir de daha sonra İslami kesimin kaynaklarından sunacağım bilgilere göre Osman dışarı çıkınca şunu diyor: Bana inanırsanız size Ebubekir’in vasiyetini okuyayım; yoksa okumam diyor. İşte hem o sıra onu ve Ömer’i saran heyecan, hem de onun bu şekilde bir açıklama yapması şüpheleri daha da artırmaktadır.

 

– Bir de o ana kadar Osman’ın piyasada hiç ismi yoktu. Sakife Beni Saide’de hem Ebubekir, hem de Ömer bir ara halifeliği Ebu Ubeyde’ye teklif ediyorlar. Peki neden bu adam birden kayboldu da yerine Osman ortaya çıktı? Aslında bu da doğru bir tespittir. Kaldı ki, Ömer halife olunca Emevilere aşırı derecede ayrıcalıklar tanıyor. Mesela en başta Ebu Süfyan ve oğlu Müaviye’ye çok iltimas yapıyor. Hatta Muhammed’in eşlerinden Ümmü Habibe, Ebu Süfyan’ın kızı olduğu için, Hz. Muhammed’in diğer eşlerinden farklı olarak hazineden ona daha fazla aylık bağlanıyor (ayda 1200 dirhem). Hâlbuki Mekke fethinde Ebu Süfyan Müslüman olmuşsa da, bu artık mecburiyetten olmuş;  yoksa kendisi hayatında hiçbir zaman İslamiyeti benimsememiştir.

Hatta bir ara Muhammed’i Medine’de vurdurmak için plan da yapmış; ancak başarısız olmuştu.

Necah’a göre Ebubekir, Emeviler’in suikastla katlettikleri ilk kurbandır. Ebubekir’den sonra Emeviler tarafından suikastlarla öldürülenlerden ayrıca uzun bir liste de veriyor ve bu suikastların baş aktörü olarak da Muaviye’yi gösteriyor. (176) Zaten Muaviye’nin, “Allah’ın baldan da askerleri vardır” sözü meşhurdur. Yani bal içine zehir katarak insanları vurmayı kastediyor. Onun bu sözü birçok İslami kaynakta geçiyor.

Hem başka kaynaklarda, hem de bu kaynakta anlatılıyor ki, Muaviye hem meşhur Hz. Ayşe’yi, hem de iki kardeşi Abdurrahman ve Muhammed’i suikastla öldürmüştür. Kimi rivayetlere göre Hz. Ayşe’yi bir kuyuya atıp o kuyunun etrafını kapatıyor ve bir daha umuma açmıyor.

Kimi rivayetlere göre Muaviye minberde oğlu Yezit için propaganda yapınca Ayşe ona karşı çıkıyor. Bunun üzerine Muaviye Ayşe’yi bir çukura gömmek suretiyle katlediyor. Bir başka aktarım da, Ayşe’yi damdan düşürmek suretiyle katledip geceleyin de gömüyorlar Muaviye, Ayşe’nin kardeşi Abdurrahman’ı da hem zehirliyor, hem de can çekişirken o halde mezara gömüyor. Diğer kardeşi Muhammed ise zaten Muaviye’nin talimatıyla Mısır’da yakalanıp bir merkebin içine konuyor ve eşekle birlikte onu yakıp o şekilde katlediyorlar. (177)

Bu ve başka Şia mensupları, Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye hicret ederken yanında Ebubekir de varmış (178) olayını inkâr ediyorlar; kesinlikle bu doğru değildir, ikisinin Mekke’ye hicret zamanları farklıdır diyorlar. Hatta Necah, Ebubekir’in mağarada olmadığına dair bir de özel bir kitap hazırlamış.

Her ne kadar İslami kaynaklarda Ebubekir’in Ömer ve Osman tarafından bir siyasi cinayete kurban gittiği açık olarak yazılmıyorsa da; şu var ki, aynı eserlerde konuya ilişkin var olan kanıtlar, aslında olayın sis perdesini ortadan kaldıracak kadar güçlüdür. Bunları zaten aktaracağım.

Ebubekir’in ölümüyle ilgili Sünni kesimin kaynaklarında var olan bilgiler şöyle: Yanında bulunan Meleke valisi Attab ve doktoru Haris b. Kelde ile birlikte, kendilerine (Yahudiler tarafından) sunulan zehirli yemekten yediler. Yedikten sonra doktoru Haris b. Kelde o sırada Ebubekir’e, “Yediğimiz yemekte zehir vardı, bunun süresi de bir yıllıktır; bir yıl sonra yaşama şansımız yoktur” dedi. Nitekim yiyen iki kişi bir yıl sonra vefat etti. Kimi rivayetlere göre Ebubekir ile Mekke valisi bir yıl sonra aynı günde vefat ettiler. Yani birbirlerinin ölüm haberini bile duyma fırsatları bulamadılar. Enteresan gerçekten. (179)

Hz. Muhammed’in zehirlendiği konusunda tarih belli (Hayber baskını), olay belli, zehirli eti hazırlayan kadın belli (Zeynep); onu af mı etmiş, idam mı etmiş yine az çok bazı bilgiler var. Ama Ebubekir’in ölümüyle ilgili doyurucu açıklama yok. Sadece Yahudiler tarafından zehirlenip katledilmiş, şeklinde çok kısa bir bilgi var.

Kimi rivayetlerde, “Dünya ne kadar boştur! Hz. Muhammed de, Ebubekir de zehirlenerek bu dünyadan göç ettiler” şeklinde farklı, kısa ama ölüm nedeni aynı şekilde anlatılıyor. Ebubekir’in ölüm nedeni birçok kaynakta bu şekilde belirtiliyor. Ama az da olsa kimi yazarlar Ebubekir’in banyo yaptıktan sonra üşütüp zatürre olduğunu ve bu nedenle öldüğünü yazıyor. Bazıları da, Muhammed vefat ettikten sonra, Ebubekir’in kendisine olan hasreti yüzünden çok olumsuz etkilendiğini ve bu hasretten dolayı öldüğünü yazıyorlar. Ancak benimsenen görüş, tabii ki Ebubekir’in zehirlenerek öldürülmüş olmasıdır. (180)

Şu bilgiyi de eklemekte yarar var: O dönemin insanları, birilerini ortadan kaldırmak istedikleri zaman genelde zehirli yemekler kullanırlardı. Hatta Hz. Ali tarafından Mısır’a görevlendirilen Malik bin Ester, Muaviye’nin adamları tarafından zehirlenerek katledilince Muaviye, “Allah’ın baldan da askerleri vardır” cümlesini sarf etmiştir. Bunu az önce de belirttim. O dönemde genelde bala ve yemeklere zehir konuluyor, bu yöntemle insanlar öldürülüyordu. Muaviye az önceki cümlesiyle bunu vurgulamak istiyor. Bazı yazarlar o dönemle ilgili bu yöntemle katledilen kişilerin listesini de çıkarmışlar. Zehirleme yöntemi o dönemde çok yaygındı.

Mesela, Hz. Ali’nin oğlu Hasan, kardeşi Hüseyin’e, üç sefer beni ilaçla öldürmeyi denediler; ama tedbirimi aldım başaramadılar demiştir. Ne yazık ki, bu kadar tedbire rağmen sonuçta hanımı Ca’de binti Eş’as bin Kays, ona zehir vermek suretiyle hayatına son veriyor. (181) Evet; o dönem için ilaçla can almak yaygındı.

Peki bilgiler bunlar iken Ömer’in ve Osman’ın Ebubekir’i zehirleyerek öldürdüğü söylenebilir mi? Şimdi de konuyla ilgili var olan bilgileri vermeye başlayayım.

Ömer’le Ebubekir, başlangıçta, henüz Hz. Muhammed’i öldürmeden önce halifelik konusunda anlaşarak adım atmışlardı. Bunu Muhammed’in ölümü konusunda anlatmıştım. Bunların arası, Ebubekir’in halifeliğinin ilk yılında iyi görünüyor. Mesela o dönem hac işlerinden sorumlu olan yetkili, halifeden sonra gelen ikinci adamdı. Ebubekir ilk yıl bu görevi Ömer’e vermiştir. Hem Ömer’in sert mizaçta olması, hem de zamanla Ebubekir’in yetkilerine müdahale etmesi, hatta onu dinlememesi Ebubekir’i rahatsız etti. Somut örnek gerekirse:

Muhammed Huneyn baskınında karşı taraftan aldığı binlerce deveden rüşvet dağıttı. Yeni Müslüman olmuş, çevrelerinde söz sahibi olan insanlara İslam’a adam kazandırsınlar diye, 100’er deve Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye’ye, 100’er deve de Uyeyne adındaki kişiyle Ak’ra’ b. Habis’e ve daha birçok önemli şahıslara dağıttı. Bu son iki kişi o kadar önemliydi ki, bir ara Hz. Ali, bir baskında ele geçirilen altınları Muhammed’e gönderdi, o da bunları dört kişiye dağıttı. Bu dört kişiden ikisi yine Ak’ra b. Habis ve Uyeyne’dir. Hatta Muhammed bu altınları bunlara dağıtırken, bu dağıtıma sert tepki gösterenler de oldu: “Ey Allah’ın resulü; Allah’tan kork. Biz bu mücevherata daha müstahak idik” gibi sert eleştirilerde bulundular. Bu arada Halit b. Velit Muhammed’e, “İzin ver de böyle diyenin kellesini uçurayım” dedi. Bu olaylar, en başta Buhari ile Müslim’de ve Diyanet’in terceme ettiği Tecrid-i Sarih’te anlatılmaktadır. Ama ne yazık ki daha önce de bir vesileyle belirttiğim gibi, Muhammed’in vefatından sonra bu Uyeyne 700 taraftarıyla birlikte İslamiyeti terk etmiştir. Sonunda yakalanınca, “Ben hiçbir zaman Muhammed’e inanmadım ki” itirafında bulunmuştur. (182)

Burada konuyu biraz daha açmakta fayda var. Muhammed, Huneyn harbinde karşı taraftan aldığı develerden-maldan ne varsa, kendi soyuna bağlı henüz Müslüman olmuş önemli kişilere dağıtmıştır.

Zaten o sırada Mekke yeni alınmıştı ve Muhammed’in kendilerine torpil yapıp ikramda bulunduğu kişiler de yakın zamana kadar Müslümanlarla savaşan insanlardı. Önemli gördüğü kişilere 100’er deve verince tabii ki bu kıdemli Müslümanların/özellikle Medinelilerin zoruna gitmiştir.

Muhammed bunu duyunca Medineli Müslümanlarla özel bir toplantı yaptı ve şunları söyledi: Ben onlara o develeri, kalpleri İslam’a ısınsın diye verdim. Şunu bilin ki, ben sizleri onlardan daha fazla severim. Ben iki tercih arasında kalsam sizi tercih ederim. İstemez misiniz ki onlar malla sevinsinler, ben ve siz de sonsuza kadar birbirimizi sevelim şeklinde bir konuşma yaptı ve onları kuru sevgiyle, cennetle susturdu, tabii bu açıklamasıyla o insanları çıkar hesaplarıyla susturmak istiyordu. Aynı zamanda onları sevmediğini de kabul ediyordu. Üstelik mal dağıtmakla güya tarafına çektiği tüm o önemli insanlar, ileride Müslümanlara baş belası olmuşlardır. Örneğin Muaviye gibi. Bu konuda hem Buhari, hem de Müslim birçok hadis aktarmıştır. (183)

İşte bu iki meşhur insan (Uyeyne-Ak’ra’), Ebubekir halife iken günün birinde gelip ondan, hazineye ait bir miktar arazi istediler, biz ortağına ekip biçelim dediler. Ebubekir buna onay verdi ve ayrıca bir mukavele de yaptılar, alın götürün Ömer’e söyleyin o da bu işin şahidi olsun dedi. Bunlar gidip Ömer’e anlatınca, Ömer kızdı ve ellerindeki sözleşmeyi alıp yırttı. Buna karşı bu iki kişi, “Vallahi biz bilmiyoruz halife sen misin yoksa Ebubekir midir!” diyerek bu şekilde tepkilerini gösterdiler. Ömer bundan sonra doğruca Ebubekir’e gidip “Bu toprak senin mi, yoksa hazinenin mi, nasıl bunlara verirsin!” diyerek ona da sert bir şekilde çıkıştı ve bu işin gerçekleşmesine engel oldu, bu anlaşma iptal edildi. (184)

Hatta kimi rivayetlerde Ömer’in o iki kişiye karşı kullandığı şu sözler de var: Muhammed bir ara size bakıyordu, para-deve veriyordu. O zaman İslamiyet zayıftı, kalbiniz İslamiyet’e ısınsın diye yapıyordu ama şimdi böyle bir sorun yok. Gidin kendinize çalışın dedi. Kaldı ki, o iki insan Ebubekir’den tarla isterken de şunu diyorlardı: Ekilmeyen, kıraç, çorak bir arazi ver onu işler hale getirelim, değerlendirelim. Daha sonra onlar da Ebubekir’in yanına gittiler. “Halife sen misin, yoksa Ömer mi?” diye sordular. Ebubekir, “Asıl yetki Ömer’indir, bana yalnız saygı gösterilir” yanıtını verdi.

Bu konuda İbni Asakir tarihinde daha farklı örnekler de var. Mesela; yine Akr’a ve Zebberkan adında iki kişi Ebubekir’e gelir, Bahreyn haracını bize ver, biz de söz veririz ki tek bir kişi bizden size karşı muhalefet etmez, dinden çıkmaz. Ebubekir bunu da kabul eder; ancak Ömer yine senetleri yırtar ve burada da sözleşme iptal edilir. Ebubekir bu olayda da, “Asıl yetkili Ömer’dir; bana ancak saygı gösterilir” açıklamasını yapar. Hani şimdi de bazı ülkelerde kral var; ancak ülkeyi idare eden parlamentodur, kral formalite olarak bulunur. Ebubekir de Ömer’e karşı aynen bu durumdadır. (185)

Fırsatlar dünyası: Bir zamanlar az önce sözünü ettiğim o iki kişi tehlike arz ederken, Muhammed başkalarından aldığı talan malını (altın-100 deve gibi) onlara bedava dağıtırdı; ama tehlike bitince, onların ‘toprağı ortağına işletelim, hamal gibi çalışalım, kıraç yerleri işler hale getirelim’ dedikleri bu tekitleri bile artık kabul görmez hale gelir. Ne demişler: Köprü/ü geçene kadar ayıya dayı denir… Ama bunun da ötesinde, önemli olanın Ömer’in, Muhammed’e karşı etkili olduğu gibi Ebubekir için fazlasıyla otoriter olduğunu bilmek-anlamaktır. İşte Ömer’in bu tip kırıcı müdahaleleri Ebubekir’e olumsuz etki yapıyor ve zamanla araları açılıyor.

Bunun sonucu olarak, Ebubekir halifeliğin ikinci yılında Ömer’i hac görevinden aldı, yerine de Mekke valisi Attab’ı görevlendirdi. Bu insan zaten Muhammed zamanında Mekke valiliğine atanmıştı. Ebubekir halife olunca tekrar iş başı yapmıştır. Ömer hac işleri görevinden alınınca bu kez aynı görev Attab’a verilir. (186) Burada artık Ömer anladığını anlar ve planların uygulamaya başlar. Çünkü yalnız bu hac görevinden alınma işlemi, statü itibariyle Ömer’i Attab’ın gerisine götürür; Ömer bununla puan kaybettiğinin farkındadır. Ancak az önceki örnekte belirttiğim yetkiye müdahale gibi faktörlerle birlikte, Ömer aynı zamanda çok sert bir insandı, halkla ilişkileri tatlılık düzeyinde değildi. Çok sert olmasıyla ilgili örnekleri, Ömer’in halifeliği kısmında vereceğim.

İşte Ebubekir ona karşı değişince, Ömer de var olan kozlarını kullanmaya başladı. Bir ara Ebubekir’in halifeliği için, “Kardeşim Zeyd ve arkadaşlarını dinlemiş olsaydım, Ebubekir halifeliği siftah etmezdi” diyor. Bir başka karşı çıkışında da Ebubekir’i tehdit ederek, “Rahat dur! Yoksa senin hakkında bildiklerimi söylerim; o zaman yolda giden süvariler bile atlarından/develerinden inmek zorunda kalırlar” diyor. Yani bugünkü halk tabiriyle, eğer söylesem yer yerinden oynar gibi bir cümle kullanıyor. (187) Peki, neymiş o yeri yerden oynatan şeyler acaba! Demek ki aralarında çok vahim şeyler varmış ki bu cümleyi kullanıp böylece Ebubekir’in hızını kesmeye çalışıyor.

Yine Ebubekir halife olurken o zaman insanlar buna sürpriz diyorlardı.

O günkü geleneğe göre bir genel mutabakat (ilkel de olsa) bir nevi cumhurun onayı gerekiyordu. İşte Ömer bunu duyunca çok kızıyor, kim bunu söylüyorsa asar keserim diyordu. Ama zaman içinde bu konuda Ömer’in değiştiğini görüyoruz, “Evet; halifeliği sürprizdi; ancak başka da yapılacak bir çözüm yoktu” gibi bir farklılık gösteriyor. Dikkat edilirse burada yine ayarlı bir konuşma yapıyor. Yoksa millet ona inanmazdı ve “Sen ona çalıştın, iş başına getirdin, sürpriz değil dedin; şimdi de farklı konuşuyorsun” diyecekti. Bir de şu gerçek var ortada: Ömer Ebubekir’i halife olarak desteklerken, onu bir basamak olarak kullanıyordu, kısa zamanda işler düzelirse o ayrılır ben başa geçerim hesapları yapıyordu. Bunu zaten daha önce vurguladım. Hatta Ömer Ebubekir için, “Ben diyordum ki, işler rayına oturunca Ebubekir bir hafta içinde halifelik görevini bırakıp bana devredecek” ifadesini kullanıyordu. (188)

İnsan, zaman zaman bu hoşnutsuzluğun emarelerini Ebubekir’in konuşmalarından fark ediyor. Mesela bir ara, “Aslında bu adam (Ömer) beni bu işe itti/sürükledi” diyor. (189) işte böylece ipler kopma noktasına geliyor ve Ömer artık bir an önce farklı yöntemleri uygulamaya başlıyor. Hatta Ebubekir bir hutbesinde, “Benim bir şeytanım var. Şayet beni kaydırırsa beni uyarın. İcraatım yerinde ise o zaman bana uyun” diyor. (190) İşte bazı İslam yorumcularına göre Ebubekir’in burada şeytandan kastı Ömer imiş. Yani o beni etkiliyor demek istemiş diyorlar. İşte aralarında sorunlar olduğu için net olarak Ömer’in ismini diyememiş diyenler de var. Çünkü eğer gayesi cin olan (din mantığına göre) şeytan ise, onu görmediğine göre nasıl diyebilir ki benim bir şeytanım var?

Ömer, halifeliğin riske girdiğini anlayınca çareyi Ebubekir’i ortadan kaldırmakta buluyor ve bu yönlü çalışmalar yürütüyor. Şöyle ki, Emevilerle konuşuyor, bu işi birlikte yapalım, sonunda sırayla ben ve Osman halife olalım diyor. Emevi ailesi çok genişti: Mesela Mekke valisi Attab da Emevi’ydi; ancak Ebubekir’den yanaydı. Yine Eban, Sad b. As ve çocukları Hz. Ali’yi destekliyordu. Ama en geniş Emevi kesimi Ömer’den yanaydı ve en sabıkalı olanlar bu kesimin içindeydi. Mesela Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye gibi.

Ömer’in sunduğu teklifte çıkar olduğu için, Ebubekir’i ortadan kaldırmaya yönelik plan üzerinde anlaştılar. Başta da belirttiğim gibi yemeğe zehir katıp bu yöntemle onu katletmeye karar verdiler. Daha sonra İslam tarihi denilen resmi tarih yazılırken de Yahudilere mal edilerek ve çok kısa bir açıklamayla, “Efendim Ebubekir ve yanındaki heyet, Yahudilerin kendilerine verdikleri zehirli yemekten etkilenirler ve bundan dolayı da zaman içinde vefat ederler” şeklinde, çok kısa bir not düşmek suretiyle kaynaklarına geçirdiler.

Ama ne yazık ki bu cinayet işi içinde Osman da vardı, onun bağlı olduğu Emevi kabilesinin önemli şahsiyetleri de vardı. (191)

Uygulama aşamasına gelince… Burada çok akıllıca davrandılar, hiç kimsenin hayal edemeyeceği iki Yahudi asıllı kişiyi ayarladılar: Osman zamanında Kur’an bir araya getirilirken komisyon başkanlığına seçilen Zeyd bin Sabit’e ve yine önemli bir isim olan Abdullah b. Selam’a bu işi havale ettiler. İşte bunlar olursa Ebubekir rahatlıkla öldürülür düşüncesiyle karar verdiler. Ama sonuçta, ne adla, kimin evinde tertipledikleri konusunda detay yok. (192) Bakalım kanıtlar ne derece güçlü!

Bu planla ilgili İslami kaynaklardan derlediğim önemli bazı bilgileri sunacağım. Sanırım vereceğim bilgiler çözüm noktasında bir şeyler ifade eder.

Burada çok komik bir not eklemek isterim. Ebubekir’le birlikte doktoru da o yemekten yedikleri zaman doktorun, bu yemekte zehir vardı, maalesef fazla yaşamayacağız, ancak bir yıl yaşama şansımız var’ dediğini daha önce de belirttim. Bir yıl sonra doktorla birlikte yatağa düşen Ebubekir, gidici olduklarını anlamıştır. Bazı kişiler doktora gitmesini, fayda görebileceğini söylemişlerdir.

Ebubekir ise “Doktorumdan sordum, gereken teşhisi koydu” şeklinde yanıt vermiştir: Bu işin çaresi yoktur demek istemiştir. Ebubekir’in sözünü ettiği doktor, onunla birlikte o zehirli yemeği yiyen gerçek ve meşhur doktordur; ancak İslami kesim bunu işleyince ilginç bir senaryo çizilmiştir. Özeti şu: Güya Ebubekir çok kanaat sahibiymiş, artık hakiki doktorum olan Allah beni götürecek demek istemiş. Gerçekten ne garip yorumlar.

Peki madem Ebubekir bu planla ortadan kaldırıldı, o zaman onlar nasıl halife oldular, o kadar da kolay mıydı, ortalık o kadar boş muydu sorusu nasıl bir yanıt bulur?

Daha önce Necah’dan bu konuda bazı bilgiler aktardım, şimdi de farklı kaynaklardaki bilgileri de ekleyerek daha fazla detaylandırayım.

Anlatılanlara göre Osman, Ebubekir’in tek vasisidir ve onun vasiyeti sırasında ne olmuşsa ikisi arasında olmuştur. (193) Osman’dan önce Abdurrahman b. Avf Ebubekir’in yanına gider. Ebubekir ona, Ömer’e görev versem ne dersin, diye görüş bildirmesini ister. Abdurrahman, “Ömer’i benden daha iyi tanırsın” deyince Ebubekir, “Olsun, yine de düşünceni belirt” der. Abdurrahman, “Bildiğinden daha fazla iyidir; ancak serttir” diye karşılık verir. Ebubekir daha sonra Osman’ı çağırıp aynı soruyu ona da sorar, görüş bildirmesini ister. Osman, “Bana göre Ömer’in içi dışından daha temizdir” yanıtını verir. O arada Ebubekir kendisine, “Vasiyetimi yaz” der. Besmele yazdıktan sonra Ebubekir kendini kaybeder/ağır hastadır. Osman o arada vasiyet kâğıdına, Ebubekir’den sonra Ömer’in halife olacağını yazar. Daha sonra Ebubekir ayılınca (tabii ki eğer doğruysa, ayılmışsa!) hemen Osman’a: Hele oku ben kendimi kaybedince sen benden sonra ne yazdın, diye sorar. O arada bakıyor ki, Osman vasiyet kâğıdına Ömer’in halife olacağını yazmış. O zaman Osman’a, “Bakıyorum ben bayılınca sen korkmuşsun, ya vasiyet etmeden vefat etse ne yapacağız diye hemen Ömer’i yazmışsın. Ama iyi etmişsin, ben de zaten onu gösterecektim” demiştir.

Bazı kaynaklarda, Ebubekir’in Osman’a, “Aslında sen Ömer yerine kendini yazsaydın daha uygundu” dediği de geçiyor. (194) Talha bin Ubeydullah (cennetle müjdelenen on kişiden biri) Ömer’le ilgili bir şeyler sezince hemen içeri girip Ebubekir’e, “Sen Ömer’i halife olarak vasiyet ediyorsan, yarın Allah huzurunda cevabın ne olacak?” diyerek itiraz etmiştir. Şu da var ki, bu adam muhalif olduğu için daha sonra Osman’ın yandaşı Muaviye tarafından katledilir. Zaten hep vurgu yapıyorum, Ebubekir’in atadığı kişiler zaman içinde ya görevden uzaklaştırılmış, ya suikastla öldürülmüş veya savaşlara gönderilip bu şekilde ortadan kaldırılmışlardır. Basit bir örnek: Zehebi, “Muaz b. Cebel, Ebu Ubeyde ve Şürahbil b. Hasene, halife Ömer zamanında Şam tarafında bir kıtlıkta ölmüşlerdir” diyor. (195)

Ama Ebubekir zamanında bunlar değişik bölgelerde önemli görevlerdeydi.

Sonunda, Ebubekir tarafından Ömer’in halife tayin edildiğini söylemek isteyen Osman dışarı çıkar. Bunu söylemeden önce ilginç bir yaklaşım tavır gösterir: “Açıklayacağım vasiyete inanırsanız okurum, yoksa okumam” şeklinde bir pazarlık yapar. Ve başlar okumaya. Kısa bir yazıdır zaten. Sadece Ömer’in halifeliğiyle ilgili çok kısa bir metindir. Bu arada Ömer’in önerildiğini ilan edince, millet bu vasiyetin Ebubekir’e ait olmadığını fark eder. Çünkü Osman’ın okuduğu kâğıtta Ebubekir’le ilgili bir işaret yoktur: Ebubekir vahiy kâtibiydi, okuryazardı, kendisi yazabilirdi ama yazı onun değildir.

Yanı sıra şahit yok, o günkü âdete göre benzer vasiyetler yapılınca imza gibi bir işaret olurdu; ama böyle bir şey yoktu. Bir de işin içinde panik-acele vardı, kabul ederseniz okurum gibi inandırıcı olmayan şeyler söyleniyordu. Hele bir de Osman’ın yanında Ömer de var, amigo gibi sürekli halka, “Dinleyin, bakalım Osman ne diyecek?” gibi aceleci bir hali vardı.

Zaten milletin o ana kadar Ebubekir’den böyle bir teklifin geleceğine ilişkin tahminleri de yoktu. Adeta sürpriz bir açıklamaydı

İşte İbni Ebi’l Hadid, Necah gibileri burada tam isim koyuyorlar: Hileyle, skandalla iş başına gelme.

Kısacası, Ebubekir artık hastaydı, Osman ve Ömer’in hazırladıkları düzmece bir vasiyetname millete ilan ediliyordu ve maddi gücün ağırlığı da iki tarafta olunca halifelik bu şekilde gasp edilmiştir.

Kaynaklarda şu da var: Halk, Ebubekir’in Ömer’i halife olarak önerdiğini öğrenince hem muhacirlerden, hem de Ansar’dan Ebubekir’in huzuruna çıkanlar, sen bu adamın nasıl biri olduğunu iyi biliyorsun, görevi buna vermekle yarın Allah huzurunda nasıl bir cevap vereceksin, diye veryansın ederler. Buna karşı Ebubekir, “Ben de Allah’a, kanaatime göre iyiydi ki görev verdim” diyeceğim yanıtını verir. Hatta şunu da söyler: “Hastalığımdan dolayı duyduğum acı bir yana; bakıyorum hepinizin burnu havada. Niye? Ömer’i öneriyorum diye.” Kanımca bu gibi bilgiler gerçeği yansıtmıyor. Bunlar uyduruk şeyler. Çünkü Ebubekir’in vasiyeti falan yok. Osman’la Ömer kendi aralarında düzmece bir mektupla işi bitirmişler.

 

Ünlü tarihçi ve müfessir Taberi daha net bilgiler aktarıyor: Ebubekir son nefesinde yalnız Osman’ı yanına alır ve ona “Vasiyetimi yaz” der. Besmele; yazdırdıktan sonra kendini kaybeder. Bu arada Osman kafadan bir şeyler yazmaya devam eder. Ebubekir bir ara iyileşince Osman’a, “Hele oku bakalım sen ne yazdın?” diye sorar. (196) Osman okuyunca memnun kalır ve “Bern bayılınca sen korkmuşsun, belki vefat ederim de halife: belirlenmemiş olur; dolayısıyla sorun yaratılır. Biliyorsun ki halifelik vasiyet edilmeden ölüm gerçekleşirse Müslümanlar arasında olumsuz durumlar meydana gelir. İşte bunu düşünerekten hemen Ömer’i yazmışsın; ama iyi etmişsin” der. Yani bir bakıma Osman yazdıklarıyla Ebubekir’den puan da almış olur. Ama ne ilginçtir ki bu konuda farklı aktarımlar da var: Osman içeri girince Ebubekir ona, “Aslında sen halifeliğe daha uygunsun” der; ancak Osman hayır karşılığını verir ve kendi yerine Ömer’i önerir. Çünkü Osman’la Ömer arasında bu konuda yapılan bir pazarlık vardı. Buna rağmen Osman o an için halife olamazdı. Omun için hayır demek zorunda.

Bir gün Ömer, Ebubekir’in yanına varınca, bakıyor ki dilini tutmuş uğraşıyor. Ömer, hayırdır diye soruyor. Ebubekir, “İşte başıma ne gelmişse bundan gelmiştir” diyor, tabii ki emareler haddinden fazla çoktur ki, bu ikisi arasında bazı planlar yapılmıştır. Öyle ki, biri diğerine karşı rahatlıkla harekete geçemiyordu: Adeta birbirlerine ihtiyaçları vardı, birbirlerine mecburdular. (197)

Ebubekir’in Ömer ve Osman tarafından planlanan bir suikastla öldürüldüğünü teyit eden ve aynı zamanda birçok İslami kaynakta anlatılan olaylardan birkaçını özetlemek isterim. Kısacası, bunun bir siyasi cinayet olup olmadığının izini sürmeye devam edelim.

a) Zaman içinde halife Osman’ı katledenler arasında Ebubekir’in oğlu da var ve kendisi o zaman Afrika’dan Osman’ı katletmeye gelen baskıncıların içinde ön saflarda yer alıyor. Hatta Osman’a yanına geldiğinde çok ağır hakaretlerde bulunuyor. Birinci baskında Hz. Ali’nin araya girmesiyle bunlar Osman’ı katletmekten vazgeçip geriye yollarına devam ediyorlar. Onlar geri dönünce, bu arada Osman hemen kendine bağlı olan Afrika valisine mektup yazıp bir personeline veriyor. O da devlete ait bir binite (deve-at) binip Afrika yoluna çıkıyor. Mektubun içeriğinde şu var: Afrika’daki valisine, şu şu insanları yakala, feci bir şekilde katlet diye talimat verilmiş.

Ölüm fermanları istenen kişilerin başında da Ebubekir’in oğlunun adı yazılıydı. Bu mektup baskıncılar tarafından ele geçirildi ve burada artık Osman’ın sonu gelmişti. Baskıncılar tekrar geri döndüler ve Osman’ı katledip cenazesini de Yahudilerin tuvalet olarak kullandıkları bir mezbeleye attılar. Üç gün orda kaldı; kimse korkudan gidip cenazeyi kaldıramadı. Sonunda Hz. Ali yine araya girince baskıncılar defin için izin verdiler ve Osman gömüldü.

Hz. Ali halife olunca Ebubekir’in bu oğlunu Mısır’da görevlendirdi; zaman içinde Muaviye iş başı yapınca, bu kez onun talimatıyla yakalanıp bir merkebin içine kondu ve o merkeple birlikte ateşe verilerek işkenceyle öldürüldü. Halife Osman kısmında bu konularda detaylıca bilgi vereceğim. (198)

Bu arada Ebubekir’in kızı ve aynı zamanda Muhammed’in de eşi olan Hz. Ayşe de Osman’a karşı sert tavır aldı, hatta millete, “Öldürün bu Na’sel’i” diyecek kadar ileri gitti, Osman’ın ölüm fetvasını verdi. Na’sel demek, bunak-beyinsiz demektir. İşte hem Ayşe’nin bu tutumu, hem de Mısır’daki kardeşiyle Osman arasındaki ilişki, insanı cidden şüphelendiriyor: Dernek ki bunlar, Ömer ve Osman’ın Ebubekir hakkında çevirdikleri planları biliyorlardı ki Osman’a karşı cephe aldılar. Bu tavırlarını ancak babalarının cinayetiyle ilişkilendirmek mümkündür. (199)

Yine ibni Kuteybe’nin Maarifte anlattığına göre, Ömer’in öldürülmesinden sonra, kızı ve aynı zamanda Muhammed’in de eşi olan Hafsa ile Ayşe’nin (bunlar kuma) arası açılır/aralarına mesafe konur. Peki bu niye!

Burada şu soru akla gelebilir: Madem Ömer-Osman-Ebubekir’i ortadan kaldırdılar, peki niye Ayşe ve Ebubekir’in diğer çocukları yalnız Osman’a karşı cephe aldılar, neden Ömer’e karşı da böyle bir plan yoktu? Olay şudur: Ömer bir kere çok disiplinli-acımasız biriydi. Benim kanaatim o ki, Ömer zamanında Ebubekir’in cinayetinden haberi olanlar korkudan söyleyememiş olabilir. Veya kim bilir belki de normalde daha sonra ortaya çıkmış olabilir. Zaten dünyada bunun örnekleri çok, bazı ölümlerin komplolarla gerçekleştiği zamanla ortaya çıkıyor.

Burada önemli gördüğüm bir bilgi daha vereyim. Ebubekir’in diğer bir oğlu Abdullah da Muhammed zamanında Taif seferinde aldığı yaralardan dolayı belli bir süre sonra vefat etmişti. Adam evliydi. Ondan dul kalan eşi Atike binti Zeyd ile halife Ömer evlendi. Ömer nerdeyse Ebubekir’in yaşıtıydı; artık Ebubekir’in dul kalan bu gelininin kaç yaşında olduğu, onunla Ömer arasındaki yaş farkı herhalde tahmin edilebilir. Daha enteresan bir örnek vereyim. Ebubekir hicri 13. yılında vefat ederken, eşi Habibe binti Harice hamileydi. Çocuk doğunca adını Ümmü Gülsüm koydular. Ebubekir ölünce Ömer aynı sabah iş başı yaptı; zaten konumuz da bu. Ve Ömer 10 yıl halifelik yaptıktan sonra öldürüldü. Yani Ömer dünyasını değiştirdiği vakit bu kız 9-10 yaşlarındaydı.

İşte bu Ömer, bu kızı da kendine eş olarak Hz. Ayşe’den istedi ama alamadı. Daha sonra Ümmü Gülsüm, dedesi yaşında olan ve cennetle müjdelenen Talha bin Ubeydullah’la evlendirildi, Zekeriya, Yusuf ve Ayşe adlarında üç çocuk dünyaya getirdi. Kız 9-10 (o da eğer Ömer ona son yılında talip çıkmışsa!), Ömer ise 60 yaşlarındaydı. Ömer’le Hz. Ali’nin kızı konusunda buna biraz daha değineceğim.

İlginç: Bir yandan birbirlerini katlediyorlar, diğer yandan birbirlerinin ufak çocuklarıyla evleniyorlar. Hz. Ali de Ebubekir’in ölümünden sonra kendisinden dul kalan eşi Esma binti Umeys’le evlendi ve çocukları oldu. Bunu daha önce de yazdım. Onlarda yaşam böyleydi. (200)

b) Gerek bireysel, gerek kitlesel şekilde insanlar Ebubekir’in yanma çıkarak, “Aman Ömer çok serttir, nasıl halife olarak tayin edersin, bunu yaparsan Allah’a karşı nasıl hesap vereceksin” dedikleri halde, Osman’ın bunlardan farklı olarak Ebubekir’e, “Aslında Ömer iyidir, onun içi dışından daha temizdir” demesi anlamlıdır. Az önce belirttim ki, Talha b. Ubeydullah, Ömer’in halifeliği konusunda Ebubekir’le konuşurken Talha olumsuz rapor vermişti. İşte bu Talha daha sonra halife Osman’ın damadı Mervan tarafından Osman’a karşı tavır alanlardan olduğu için katledildi. (201) İşte bunlar da cinayetin gerçek adresi noktasında önemli birer ipuçlarıdır.

c) Yine Ömer’in, Ebubekir’in vefat ettiği aynı gecede hemen alelacele cenaze namazını kılıp onu gömmesi, bizzat kabre indirmesi ve sabahleyin de halifelik görevine başlaması, bu arada Ebubekir için ağlayan aile fertlerini, kadınları kırbaçlaması anlamlıdır. Neden alelacele gömüyor, neden cenazenin merasimle kaldırılmasına izin vermiyor? Daha önce Ebubekir’le Ömer’in arasının ne kadar açık olduğunu örneklerle izah ettim. Dolayısıyla Ömer’in bu defin işinde hizmet gibi görünen davranışları, aslında bir hizmet niyetiyle değil; bir an önce bu cenaze işi bitsin, kimse duymasın, kolayca sabahleyin iş başı yapayım niyetiyledir. Bir de tabii ki babası, annesi, bir yakını ölse insan ağlar; bu doğal bir şeydir. Ömer’in bu kadınları dövmesi, korkusundandır: Kimse duymasın diye bu tavrı göstermiştir. Çünkü yine Ömer zamanında Halit b. Velit ölünce kadınlar ağlamıştır. Ama Ömer burada bir sorun çıkarmadığı gibi; üstelik ağlasınlar diye izin de vermiştir. Bu da onun niyetinin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor: Kadınlar, Ebubekir’in yakınları ölülerine ağlıyorlarsa sana ne! Tabii ki bu da kuşku uyandırıyor, anlamsız değil. (202)

Daha önce

Bir de Ebubekir çok hastadır, öyle ki besmele kelimesini bile yazmadan bayılmıştır. Peki, gerçekten bu baygın halinde Osman’la bunları konuşabilir mi? Yine madem Osman dışında kimse yoktu içerde; Ebubekir’in bayılıp bir daha ayıldığını ve Osman’a, bravo iyi etmişsin de Ömer’i vasiyetime almışsın gibi sözler söylediğini Osman dışında kim duydu? Osman’dan başka şahit yok! (203)

d) İster teklifleri ciddi olsun, ister deneme mahiyetinde olsun; Hz. Muhammed’den sonra halife seçimi konusunda yürütülen çalışmalar sırasında hem Ebubekir, hem de Ömer Ebu Ubeyde’ye, “Sen aday ol” diyorlardı, o sıralarda Osman’ın adı hiç geçmiyordu. Ama Ebubekir’in vefatıyla birlikte her ne hikmetse Osman öne çıkıyor ve Ebu Ubeyde ismi ortadan kalkıyor. Üstelik Ebubekir döneminde atanan eyalet valileri, askeri yetkililer, vergi memurları görevden alınıp yerlerine de en çok Emevi sülalesine bağlı kişiler atanıyor ve zamanla Emevi saltanatı meydana geliyor. Ebubekir döneminde görev yapıp da Ömer döneminde uzaklaştırılan bu insanların çoğu, Ömer’in halifeliği döneminde şu veya bu şekilde ortadan kayboluyorlar/öldürülüyorlar.

Mesela Muaz bin Cebel ile Ebu Ubeyde için Şam tarafında bir kıtlıkta (Amvas kıtlığı) ölmüşlerdir, diye bilgi verilmiş. Daha önce de yazdım, Mekke valisi ve aynı zamanda hacdan sorumlu Attab adındaki kişi zehirli yemekle öldürülüyor ve kısa bir notla cinayeti Yahudilerin işlediği kayda geçiriliyor, o dönemde sanki Yahudi mi kalmıştı! Muhammed zamanında Hayber, Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza Yahudilerinin işi çoktan bitmişti. Ancak şu olabilir: Kalan Yahudilerden plan konusunda bilgi edinmiş ve sonuçta Yahudi asıllı Zeyd bin Sabit ile yine Yahudi asıllı Abdullah bin Selam gibi şahısları da aracı olarak kullanmış olabilirler; yoksa o sırada Yahudilerden etkili bir kesim kalmamıştı.

Yine Ebubekir’in önemli görevlilerinden, özellikle irtidâd hareketlerini bastırma konusunda meşhur olan Halit bin Velit görevden uzaklaştırılır ve Suriye’nin Hımış kentinde hicri 21. yılında Ömer zamanında vefat eder. O da zehirlenerek öldürülür. Mesela İbni Teymiyye gibi İslam önderleri, Halit b. Velit zehirlenerek ölmüştür, diyor. Zaten Ömer hiç onu sevmiyordu, ona kalsaydı Ebubekir zamanında Malik’in eşini aldığı zaman taşlanarak öldürülmeliydi. (204) Yine Ebubekir’in görevlilerinden Utbe bin Gazvan da hacdan dönerken devesinden/atından düşer ve ölür, en azından böyle söyleniyor; eğer doğruysa! Tabii ki bu da kuşkulu. Tekrar oluyor ama bir kere daha hatırlatmakta yarar var. O dönemin muhalifleri ya zehirlenerek öldürülmüş veya başarılması zor savaşlara gönderilip bu şekilde etkisiz hale getirilmişlerdir. (205)

e) Aslında Ebubekir’in bir ara Abdurrahman b. Avfa, “Keşke Halit b. Velit’i Şam’a gönderdiğim zaman Ömer’i de Irak’a gönderseydim” demesi anlamlıdır. Yani keşke Ömer’i başımdan kovsaydım, uzaklaştırsaydım demek istiyor. Ebubekir’in bu açıklaması neredeyse konuyu işleyen ilgili tüm İslami kaynaklarda var. Tabii ki bu da önemli bir tespit. (206)

Bir de kitapları okuyanlar, hemen okuyup geçiyor, olaylar arasında ilişki kurmuyorlar. Mesela Ebubekir’le birlikte Attab da o zehirli yemekten yiyor ve ölüyor deniliyor. Ama kimse bunun üzerinde durmadan, bilgi olsun diye kısa not şeklinde geçiştirmişlerdir. Bu Attab da kim, o niye bu plana dahil olmuş, yoksa o da tesadüfen mi orada bulunuyordu diye kimse bunu irdelememiş. İşte bu sorunun yanıtı da konuyla alakalıdır. Bu şahıs, Muhammed zamanında Mekke valisiydi. Ebubekir gelince ilk yıl yine bu görevi sürdürdü ve ikinci yılı hac işlerinden sorumlu göreve getirildi. O dönem hac işlerinden sorumlu olan kişi, halifeden sonra gelen ikinci yetkili adamdı.

İşte Attab’ın zehirlenmesi bir tesadüf değil; tersine ona karşı da bir komplo söz konusu. Çünkü bu adam Ömer’in rakibi ve hatta onu geçebilecek durumda. (207)

Keza Ebubekir’in, “Aslında Ömer halife olmazsa daha iyi olur” şeklindeki açıklaması var. Bundan da, Ebubekir’in Ömer’den memnun olmadığı belli oluyor; ama öyle görülüyor ki, işin başında birlikte bazı planlar yapmışlar; artık Ebubekir istemese de yerine getirmek zorunda. Hatırlanacağı gibi Ömer’in bir ara onu tehdit ettiğini, senin hakkında bildiklerimi açıklasam süvariler bile atlarından/develerinden inmek zorunda kalırlar dediğini yazmıştım. Hatta Ömer’i istemeyen o kadar çok insan vardı ki, Ömer’in halife olmaması için kitlesel olarak Ebubekir’in yanına gidiyorlar, Ömer çok sert-haşin biri, makam sahibi olursa daha da sertleşir, sakın ola halife olmasın diyorlar; bunu daha önce yazdım. (208)

Ayrıca bu zehirli yemeği ayarlayanlardan Yahudi asıllı Zeyd bin Sabit’in daha sonra Ömer ve Osman tarafından çok önemli görevlere getirilmesi, kafaları daha da karıştırıyor. Mesela halife Osman zamanında hazırlanan Kuran için bu Zeyd komisyon başkanı olmuştur. Gerçi Ebubekir zamanında bu konuda yapılan çalışmada yine komisyon başkanıydı. Kur’an’ın Osman zamanında nasıl kitap haline getirildiğine, daha doğrusu nasıl oluşturulduğuna ilişkin elimde yeni bir çalışmam var; orada bu konuları detaylıca anlatacağım. Ancak merak edilmesin diye burada kısa bilgi vereyim. En başta Hz. Ali gibileri onlarca vahiy kâtibi var iken ve ta Mekke’den beri Hz. Muhammed’le beraber iken, Kur’an’ı baştan beri takip edenler var iken, Medine döneminde Müslüman olan ve Muhammed’le tanışırken de 11 yaşlarında bir çocuk olan bu Yahudi asıllı Zeyd bin Sabit’in, Kur’an’ın bir araya getirilmesi komisyonuna başkan olması, izah edilebilir bir olay değildir. Yine örneğin Ömer hicri 17. yılında hacca gidip 21 gün kalırken, Zeyd’i kendi yerine görevlendirir. Yine aynı yıl Ömer umreye gidince Zeyd’i bir daha tayin eder. (209) Sanki başka adam mı yoktu. Osman’ın kendi zamanında onu tekrar aynı göreve getirmesi, ister istemez kuşku oluşturuyor: Acaba Ebubekir’e zehirli yemek yedirdiği için ödüllendirilmiş midir veya bir pazarlık sonucu mudur?

Ayrıca halife Ömer iki kez hacca, bir kez de Şam tarafına gitmiştir ve yerine de Zeyd bin Sabit’i üç sefer Medine valisi olarak tayin etmiştir. Aynı toleransı Osman da göstermiştir. Bunlar tesadüfî olan şeyler değildir. (210)

f) Taberi gibi (Ö.310) bir müfessir (Kur’an yorumcusu) ve tarihçinin şu açıklaması dikkate değer. Ebubekir ölüm döşeğindeyken Osman’a, sana bir şeyler söyleyeceğim; Allah senden razı olsun sakın kimseye anlatma diyor. Osman, “Evet; kimseye söylemem” sözünü verince Ebubekir, “Aslında Ömer halife olmazsa onun hayrınadır” diyor ve bu konuşmanın sonunda yine Osman’ı uyarıyor; “sakın bu söylediklerimi, seni niye yanıma çağırdığımı kimseye anlatma” diyor. Taberi’de bu açıklamanın yapıldığı yerde dipnotta, ibni Sad’ın da bunu aktardığı eklenmiştir.

Belli ki Ebubekir-Ömer arasında bozulması zor olan pazarlıklar daha önce yapılmış ki, Ebubekir, Ömer’i istemediği halde artık bir şey yapamamaktadır. Örneğin Hz. Muhammed’e karşı birlikte tertipledikleri cinayet planı… Ömer nasıl Muhammed’e karşı etkili biri idiyse, Ebubekir’e karşı da çok baskın /otorite sahibi bir insandı. Dikkat edilirse Ebubekir, Osman’la Ömer hakkında bir cümle sarf ediyor. O cümlenin hem başında, hem de sonunda, sakın ha bunu ağzından kaçırma diyor. Bu aslında somut bir kanıttır. Zaten daha önce Ebubekir’in Ömer’e karşı ne kadar etkisiz olduğunu örneklerle açıkladım. (211)

g) Yine Ebubekir’in (nabız yoklaması da olsa) Osman’a, “Aslında halifeliğe sen daha uygunsun” demesi ve Osman’ın buna karşı, “yok Ömer olsun, o daha uygundur” diye cevap vermesi, gösteriyor ki plan Osman’la Ömer arasında sonuçlandırılmış, bir karara varmışlar, artık programı yavaş yavaş uyguluyorlar. Pazarlıklar olmasaydı, onu zehirlememiş olsalardı, Osman bu fırsatı kaçırmazdı. Çünkü onun bağlı bulunduğu Emeviler çok güçlüydü, bir de Osman, Muhammed’in damadıydı (kızlar Muhammed’in olmadığı halde yine de bu önemli bir faktördü), millet bunu da göz önüne alırdı. Ebubekir cidden ona teklif sunmuş olsun diye düşünelim; Osman artık olup bitenlere karşı yeni bir adım atamazdı, “hayır” demekten başka bir yolu yoktu.

 

Başlığı şöyle kapatmak isterim: Madem bu kadar İslami kaynakta Ebubekir zehirlenerek öldürülmüştür deniliyor, (212) peki hangi olaydan dolayı, nerede, zehirli yemek yediren kim, faili ne oldu diye sormak lazım. ‘Yahudiler onu zehirledi’ şeklindeki kısa açıklamayla bu olay kapatılamaz.

Olup bitenlere bakıldığında, şöyle bir planın yapıldığı ortaya çıkıyor: Aslında Ebubekir artık son nefesini verirken, Osman tarafından göz hapsine alınmış, evine girilip çıkılmış, yoklanmış; Osman onu nöbet tutarcasına takip etmiş ve artık can verme anında iken, aslında daha önce Ömer’le birlikte yazdıkları o hazır kâğıdı cebinden çıkarıp “Ebubekir’in vasiyetidir” şeklinde halka ilan etmiştir. Bu anlatılanlardan böyle bir film çevrildiği rahatlıkla anlaşılabiliyor. Ölüm hangi yaşta gelir bunu kimse bilemez; ancak Ebubekir altmış yaş civarında ölürken babası henüz hayattaydı. Kimseyi cani diye ilan etmekten zevk alacak halim yok; ancak sansüre rağmen bu bilgiler önemli İslami kaynaklarda var.

 

Arif Tekin,” Bilinmeyen Yönleriyle Hz.Muhammed’in Ölümü”, Sayfa 96-169

Düzenleyen: Arap Şükrü

 

 

Dipnot:

112) Buhari, Megazi, Vefd’ü Beni Temim kısmında. Tefsir kısmı, Hucurat suresi bölümünde ve I’tisam kitabı Bab’u ma yekrehü mine-t-Teammük-ı kısmında.

113) Zümer suresi, 30. ayet. Canız, Osmaniyye, s. 80.

114) AI-i İmran 144.

115) Al-i İmran 185, Enbiya 35, Ankebut 57.

116) a- Zebidi, Tac’ül Arus, SNH maddesi,

b- İbni Esir, Nihaye. SNH md.

c- Siret-i Halebi, Muhammed’in ölümü kısmı,

d- Kenz’ül Ummal, Ebubekir kısmı, no: 14077.

e- İbni Sad, Tabakat, Ebubekir’in halife seçilmesi konusunda, 3/99-102.

117) Kur’an’da Kadın ve Muhammed’in Hanımları, s. 234. Orada çok kaynak var.

118) Sireti Halebi, Muhammed’in ölümü kısmı.

119) a- İbni Şeybe, Musannaf, 20/579- hadis no: 38201.

b- Hindi, Kenz’ül ummal 5/652- no: 14139.

c- Taberi Tarihi, 11. yılı olayları Ebubekir’in halife seçilmesi kısmında, cilt 3/201.

d- Ömer Rıda Kehhale, A’lam-i Nisa, 4/114

e- ibni Küteybe, İmame-Siyase, 1/21 ve Şehristani, Milel-Nihal. C. 1/32.

120) İbni Sad, Tabakat, 2/381. Hindi, Kenz. No: 18789-18791.

121) İbni Sad, Tabakat, Sad b. Ubade kısmında, 3/310.

122) Haşir suresi, 9. ayet.

123) Mesela Muhammed’in amcası Osman. Zübeyir, Haşimogulları, Sad b. Ubade, Halit b. Sait b. As, Talha b. Ubeydulah -Her ne kadar Ebubekir onu önerdiyse de, muhalif olduğu için kerhen, durumu yatıştırmak ona ikram ediyordu- Mikdad b. Esvet, Selman-i Farisi, Ebu Zer, Ammar b. Yaser, Bera b. Azıb, Übey b. Ka’b, Ebu Süfyan ve daha niceleri Ebubekir’e karşıydı.

124) Buhari, Kitab’ül Ahkam, Istihlaf bölümü. Taberi Tarihi, 3/220.

125) İbni Hacer, Sevaih-i Muhrika, hemen başta birinci bab, Ebubekir kısmında. Buhari ve Müslim’den naklen. İbni Asakir, Tarih-ü Medinet’i Dımaşk, c. 30/274.

126) Buhari, Hudut, Bab-ü recmi-l hubla kısmında. Belazuri, Ensab, 2/272.

127) a- A. Razza, Musannaf, Megazi kısmı, Muhammed’in hastalığı babında. No: 9756.

b- Buhari, Ahkam, Istihlaf bölümü.

c- İbni Kesir, Bidaye. 5/269.

d- İbni E.bi-1 A’sem, el-Ahad ve-1 Mesani, 1/14.

128) Nahl, 103. ayet.

129) İbni Abdi’l Ber, Istiab, Selman-i Farisi temi, No: 1014.

130) Belazuri, Ensab, 2/271-74, Canız, Kitabü’l Osmaniye, s. 172. Taberi, Tarih, 3/206.

131) a- Belazuri, Ensab, 1/580 ve dv ayrica 2/263.

b- Cahız, Kitabü’l Osmaniye, s. 232.

c- Kenz, no: 14131-14137, cilt 5/643.

d- Taberi tarihi, 3/206 Sakife Beni Saide kısmında,

e- Muhibbüddin Taberi, Riyad’ü Nadre, 1/162.

f- Siyer-i İbni Hişam, 4/310.

g- Ahmet b. Hanbel, müsned, 1/183. Sakife Beni Saide kısmında.

132) a- İbni Asakir, Tarih-i Medine-i Dımaşk, cilt 30/274.

b- Hindi, Kenz’ül Ummal, 5/643, no: 14132.

c-M.Taberi, Riyad 1/151.

133) Belazurı, Ensab, 1/580 vd- 2/261-272.

134) Belazuri, Ensab, 1/586 vd- 2/272.

135) a- Taberi Tarih-i, 3/421 ve devamı,

b- İbni Esir, el-Kamil 2/263.

c- İbni Sad, 3/111.

d- İbni Ebi Şeybe, Musannaf, Ömer’in halifeliği kısmında, no: 38211.

e- Kenz, Ömer kısmı, no: 14178.

f- İbni Asakir, Tarihi Dımaşk, 30/411-415.

g- ibni Sad, Tabakat, 3/111 Ebubekir bölümü 3/146 halife Ömer kısmında.

h- Suyuti, Tarih’ül Hulefa, s. 68.

i- İbni Esir, el-Karnil, hicri 13. yılı olayları.

136) Buhari-Müslim hadisleri, El-Lü’lüu ve’l Mercan, vasiyet kısmı, no: 1059. Buhari, Cihat, Megazi ve Cizye bölümlerinde. Müslim, Vasiyet no: 1637

137) Selim Hilali, s. 153 ve sonrası. Ayrıca konu hakkında Meclisi’nin ‘Bihar’ül Envar’ c. 28/96 vd. da ilginç bilgiler var.

138) a- Buhari, 1) Megazi/ Hayber kısmında. 2) Farz’ül Humus, Hadis’ü Beni Nadir ve Feraiz bölümünde. 3) Menakıb kısmında.

b- Müslim ise Cihad-Siyer bölümünde bunu işlemiştir,

c- Tirmizi, Hz. Muhammed’den kalan mal kısmında, Siyer.

139) Kur’an’da Kadın ve Hz. Muhammed’in Hanımları, s. 178 vd.

140) Buhari, Müzaraa kısmı.

141) Müslim, Müsakat kısmında.

142) Ömer Rıda Kehhale, A’lam-i Nisa, 4/120-25.

143) a- Buhari-Müslüm hadislari, FJ-Lü’lüü ve’l Mercan, no: 1 149. Cihad kısmı

b- Müslim, Cihad. no: 1759.

c- Buhari, Cihad, no: 2748, Farzü’l Humus, no: 2926, Menakıb, no: 3508, Megazi, Hayber kısmında, no: 3810. ve 3998, Feraiz kısmı, no: 6346 ve daha ulaşamadığım başka yerler.

d- Ebudavud, Haraç, no: 2963, 2968 ve 2973 hadisler,

e- Nesai, Fey’ kısmı, no: 4141.

f-Tirmizi, Siyer kısmı, no: 1608-1610.

g- Zehebi, Siyer’ü A’lam, dört halife kjsmı Ebubekir bölümünde,

h- A. Razzak Musannaf, no: 6554-6556 hadisler,

i- Ömer ibni Şebbe, Tarih’ü Medinet-il Münevver, no: 318 ve 511.

j- Belazuri, Ensab, no: 1186-1/586 vs.

144) a- İmam Suyuti, ‘Dürrü’l Mansur’ adlı tefsiri, İsra suresi 26. ayette bunu işlemiş.

b- Ebu Ya’li el-Mevsıli, Müsned’inde, Ebu Said el-Hudri kısmı, no: 1379’da aktarmış.

c- İbni Hacer Askalani, ‘Metalib-i Aliye’ Tefsir kısmı, no: 3801

d- Hindi, ‘Kenz’ül Ummal’ adlı yapıtı no: 8696 hadiste bunu aktarmış.

e- Şevkani, ‘Feth’ül Kadir’, İsra suresi 26. ayetin açıklama kısmında,

f- Beyhakı, ‘Sünen-i Kübra’ ‘Fey’ ve Ganimet’ bölümünde ve daha sayamadığım birçok yazar, Fedek köyünün daha önce Fatma’ya bağışlandığını -kanıtlarıyla- anlatmaktadırlar.

145) a- Buhari, Menakıb-i Fatma

b- Müslim, Fedail-i Fatma kısmında.

146) Bakara 61

147) Bakara, 259, Nahl 8, Lokman 19 ve Cuma 5.

148) Araf 176, Kehf 18 ve yine Kehf 22’de de üç sefer.

149) Nahl, 8.

150) a- İbni Ebi Şey be, Musannaf, 20/579-no: 38201.

b- Hindi, Kenz ul Ummal 5/ 652-no: 14139.

151) a- Hatib-i Bağdadi, Tarih-ü Bağdat, Numan b. Sabir (Ebu Hanife) kısmında, no: 7249, cilt 15/509.

b- İbni-1 Cevzi, El-Muntazam. No. 805 cilt. 8/133. Hicri 150 yılına olayları kısmında.

152) a- Taberi Tarih-i, 3/430.

b- İbni Hacer Askalani, Lisan-ül Mizan, no: 5293, Ulvan b. Davud Beceli kısmında, 5/472.

c- Kenz’üi Ummal, no: 14113- cilt 5/631.

d- Muhibbüddin Taberi (694.Ö), Riyad-ü Nadre, 1/241 ve Zehair. 1/109.

e- Taberani (9l8.ö.m), Mucem-i Kebir, Aşcrei Mübeşşcre, Ebubekir kısmı, no: 43.

f- Ibnü Abdirabbih (328.Ö) Ikd’ül Ferid, Ahbar’ül Hulefa, Ebubekir kısmında.

g- Ebü-I Feda, Imadüddin İsmail b. Ali (h.732.ö), ‘Tarih’, Ebubekir kısmında.

h- İbni Kuteybe Dineveri (279), ‘el-lmame ve-s’ Siyase, diğer adı, Tarih’ül Hulefa adlı yapıtında

i- İbni Asakir (571), a) Muhtasar’ü Tarih-i Dımaşk, 13/ 122. ve b) Tarihi Dımaşk, 30/411 vd. Burda çok hadis var. Aslında bu iki kaynak da İbni Asakir’in. Dolayısıyla birini verseydim yeterliydi; ancak belki konulardan anla yan ve ilgi duyan bir okur çıkıp ben bir bakayım der ve bunlardan ancak birine ulaşabilir; o yüzden ikisini de verdim.

k- İbni Teymiye (661-728), Minhac’ü-s Sünne, 8/290 ve devamında.

I- İbni Abdirabbih, Ikd’ül Ferid, Sakife Beni Saide kısmında.

m- İbni Asakir, Tarih-ü Medinet-i Dımaşk, cilt 30 Ebubekir bahsi.

n- Tarihi Yakubi, 2/155

o- Mesudi, Muruc’u Zeheb, 2/308

p- Heysemi, Begiyet’ü RaidTahkik’ü Mc’mai Zevaid, 5/366, no: 9031.

r- Zehebi, Mizan’ül Ütidal, 3/108, no: 5763.

153) Belazuri, Ensab’ül Eşraf, cilt 2/263.

154) Kur’an’m Kökeni adlı yapıtım, s. 14.

155) Nisa suresi, 94. ayet.

156) a- Suyuti, Durru’l Mansur, Nisa suresi 94. ayet. Ayrıca diğer tefsirlere de bakılabilir.

b- İbni Ebi Şey be, Musannaf, 14/581 no: 29544. Her iki kaynakta da Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai ve daha birçok eserden alıntılar yapılmış.

157) Tevrat’tan, 1. krallar, 10/14 ve devamı. 2. Tarihler, 9/13 ve devamı.

158) Zehebi, El-lber, 1/18.

159) ibni Esir, el-Kamil. Ebubekir kısmı, dinden çıkma bölümü. Cilt 2/205.

160) Hicri 130 ile 209 yıllan arasında yaşamıştır.

161) Bakara suresi, 228 ve 234.

162) a- Ebu Davud, Nikah, no: 2157.

b- Beyhakı, Süneni Kübra,7/449.

c- A. Razzak, Musannaf, no: 12898.

d- Taberani, Mucem-i Kebir, 24/69.

163) Hindi, Kenz’ül Ummal, Halit b. Velit bahsi, 13/369, no: 37020.

164) a- İbni Esir, a- El-Kamil, 2. cilt, Ebubekir’in halifeliği kısmında, 2/218. ve Üsd’ül Gabe, Malik b. Nüveyr kısmında.

b- İbni Kesir, el-Bidaye ve’l Nihaye, 6/322 Ebubekir’in halifeliği kısmı.

c- İbni Teymiye, Minhac’ü Sünne, aynı konuda, 5/518.

d- İbni Hacer Askalani, Isabe, no: 7702 Malik b. Nüveyr kısmı.

e- Vakıdi; Kitab’ü Ridde, s. 107-108.

f- Kenz’ül Ummal, 5/619, no: 14091.

165) a- Yakub’ül Hamevi (574-623), ‘Mucem’ül Buldan’, 5/426

b- Zebidi, (1145-1205.h) ‘Tac’ül Arus’, s. 2369.

166) a- Taberi, 3/2£3-330.Hicri, 11. yılı olayları.

b- el-Kamil, 2. cilt Ebubekir’in halifeliği kısmında.

c- İbni Kesir, e-Bidaye ve’l Nihaye 6/338-358. Ebubekir’in halifeliği bölümünde.

d-Yakubi tarihi, 2/143 vd.

167) a- İbni Kesin Bidaye-Nihaye, 6/340 ve devamı.

b- Taberi, Tarih 3/280-330), Buhari, Fedail-i Kur’an, Cem’ul Kur’an kısmında… Ki ilk defa Yemame savaşı nedeniyle kitap haline getirilmesine karar verilir.

c- İbni-il Esir, el-Kamil, Ebubekir’in halifeliği kısmında. 2. cilt.

168) a- İbni Esir, Kamil, irtidat olayları kısmında.

b- İbni Esir, Bidaye-Nihaye, İrtidat olayları kısmı, 6/353 vd Secah binti Haris konusunda.

169) Daha fazla bilgi için, bu konuda doktora tezi olarak bir çalışma yürüten ve kitap haline getiren Medine’deki Ümmü’l Kura üniversitesi öğretim üyelerinden Ahmet bin Sad Gamıdi’nin ‘Akidet’ü Hatmi Nübüvveti bi nübüvveti’l Muhammediye s. 173-195 bakılabilir.

170) Siyeri İbni Hişam, Mekke’nin fethi kısmında.

171) Buhari, Megazi kısmı, Halit b. Velit’in Beni Cüzeyme’ye gönderildiği bölümde.

172) a- ibni Asakir, Tarih-ü Medinet-i Dımaşk, cilt 30/319. İbni Esir, el-Kamil, 2/205, Taberi Tarihi, 3/225

b- Kandehlevi, Hayat-i Sahabe, 2/25.

c- İbni Kesiri Bidaye-Nihaye, 6/340 ve devamı.

d-Taberi, Tarih 3/280-330, Buhari, Fedail-i Kuran, Cem’ul Kuran kısmında. Ki ilk defa Yemame savaşı nedeniyle kitap haline getirilmesine karar verilir.

e- İbni-il Esir, el-Kamil, Ebubekir’in halifeliği kısmında. 2. cilt.

173) Yunus suresi, 91.

174) Zehebi, Mizan’ül İtidal, Ahmet b. Muhammed Sırri kısmında, 1/284, no: 551.

175) Necah, 1955 Irak doğumludur. Kendisi bir akademisyen. Ancak ne olursa olsun adam güzel bir çalışma ortaya koymuş; beğenilir veya beğenilmez bu ayrı bir dava.

176) Ebubekir’den soma suikast mağdurlarından bir liste veriyor: İbni Avn, Ebubekir oğlu A. Rahman, Ebubekir oğlu Abdullah, Ebubekir kızı meşhur Ayşe, Hasan b. Ali, A. Rahman b. Halit, Sad b. Ebi Vakkas, Malik Ester, 2. Muaviye, Abdullah b. Ömer, Ömer b. A. Aziz, Igtiyal’ül Halife Ebubekir, s. 1/43.

177) Igtiyal’ül Halife Ebubekir, 1/108 vd.

178) Tevbe suresi, 40. Ayet.

179) Safedi, El-vafi bil Vefeyat, 19/289-no: 7562. Attab kısmında.

180) a- Müntehab’ü Kenz’il-Ummal, Ebübekr’in ahlak ve ölümü kısmında,

b- İbni Sad, 3/105.

c- İbni Kuteybe, 1) el-Maarif, s. 100, b) İmame-Siyase, s. 18.

d- Zehebi, Siyer-i A’lam, cilt 28/20 halifeler bölümü.

e- İbni Asakir, 1) Muhtasar’ü Tarih-i Dımaşk, 13/1 18 Ebubekir kısmında. 2) Tarih-i Dımaşk, 30/409.

f- Salihi, Sübülul Hûda, 12/204.

g- Suyuti.Tarih’ül Hulefa, 67 vd.

h- Taberi Tarihi, 3/419-22.

i- Ikd’ül Ferid, Ebubekir’in vefatı kısmında.

j- İbni Esir, El-Kamil, 2. cilt, Ebubekir’in ölümü bölümünde. Burda ibni Sad ve Hakim’den de alıntı yapıyor,

k- Ebü’l Feda, Tarih. 1/222.

I- Ibni’l Cevzi, Sıfat-i Safeve, 1/263. Ebubekir konusunda,

m- Muhibbüddin Taberi, Riyad’ü Nadre, 1/222, no. 554.

n- İbni Ebi’l Hadid, Şerh’ü Nehci’l Belaga, 2/31-34.

181) a- İbni Asakir, Tarih’ü Medinetüi Dımaşk, 56/376 ve Muhtasar’u Tarih-i Dımaşk, 24/24.

b- Hasan b. Ali. Heytemi, ‘Savaik-i Muhrika’, s. 196.

182) a- Tecrid-i Sarih, no: 1642.

b- el-Lü’lüü ve’l Mercan, Zekat kısmı, 1/230, no: 632-639.

183) a- Buhari, Menakıb-i Ansar, Farzü’l humus ve Megazi kısmında,

b- Müslim, Zekat, no: 1059-1062. Ondan fazla hadis almış.

c- Lü’lüü-Mercan, Zekat kısmı, 1/226. no: 632-637.

184) a-ibn-i Asakir, Tarih-ü Medinet-i Dımaşk, 9/195.

b- Ibn-i Hacer, Isabe: Uyeyne b. Husayn/Hısn kısmında. No: 6155.

c- Hindi, Kenz, Ihya’ül Mevat kısmında no: 9151.

d- Yakub Fesevi, el-Marifet-ii ve’l Tarih, 3/294.

185) İbni Asakir, Tarihü Medinet-i Dımaşk, 9/194-196.

186) a- ibni Asakir, Ta’ih’ü Medinet’i Dımaşk, 13/77.

b- Safedi, El-Vafi bi’l Vefeyat, 19/289-no.- 7562.

c- Müzi, Tehzib-i Kemal, no: 3762, 19. Cilt.

187) Necah Taî, iğtiyal’ül halifet-i Ebibekir, 1/41-42. Burada Muhibbüddin Taberi’nin el-Müsterşid ve İbni Ebi’l Hadid’in Şerh’ü Nehci’l Belaga’dan da alıntı yapılıyor

188) Necah Tai, Iğtiyal’ül Halifet-i Ebibekir, 1/52. İbni Ebi’l Hadid Mutezili’den alıntı yaparak.

189) Kandehlevi, Hayat-i Sahabe, 2/250.

190) A. Razzak, Musannaf, no: 20701, cilt 11/336.

191) Şerh’ü NehciT Belaga ve igtiyal’ül Halifer’i Ebubekir.

192) Necah, İgtiyal’ül Halifet-i Ebubekir, 1/62.

193) İbni Esir, el-Kamil, ikinci cilt, hicri 13. yılı olayları. İbni Asakir, 30/411.

194) M. Taberi, Riyad’ü Nadre, 2/116.

195) a- İbni Sad, Tabakat, 3/106, İbni Sad, müracaat ediyorlar Ebubekir’e Ömer olmasın. 3/146.

b- İbni Kuteybe, Imame-Siyase, 32. İbni Hacer, Isabe, no:4270. Talha b. Ubeydullah md.

c- Kandehlev, Hayat-i Sahabe, 2/253. Zehebi Tarihi, hicri 18. yılı olaylan.

d- İbni Asakir, 30/413.

196) a-lbni Asakir, Tarih’ü Medinet-i Dımaşka. C.30V411.

b-Taberi Tarihi, 3/123

197) a- Ibni’l Cevzi, Menakib’ü Emiri’l Mü’minin Ömer b. Hartab, s. 55.

b- İbni Ebi Şeybe, Musannaf, Megazi, 20/579-no: 37202.

198) a- İbni Esir, Üsd’ül Gabe, Muhammed b. Ebubekir kısmında,

b- İbni Abdi”! Berr, Istiab. No: 2320.

199) a- Taberi, Tarih: 4/459.

b- ibni Manzur, Lisan’ül Arab, 11/669.

c- Ebül Fida, Muhtasar’ü Ahbar’il Beşer, 1/172.

d- İbni Esir, Nihaye fi Garib’il Hadis, ‘Na’sel’ md. 5. Cilt.

200) Bu konuda Kur’an’da Kadın ve Hz. Muhammed’in kadınları adlı yapıtımda geniş bilgi var. s. 238 ve 269. Askalani, Isabe, no: 12235, İbnil Esir, Üsd, Ümmü Gülsüm md.

201) İbni Kuteybe, Maarif, s. 133.

202) Taberi Traihi, hiicri 13. yılı olayları bölümünde. İbni Asakiri Tarih’u Medineli Dımaşk, 8/27.

203) a- ibni Abdirabbih, Ikd’ül Ferid, cilt 1, Ebubekir’in Ömer’i halife seçmesi kısmında.

b- ibni Esir, El-Kamil, Ebubekir’in Ömer’i halife göstermesi bölümünde

204) İbni Teymiyye, 8/204.

205) İbni Kuteybe, Maarif, s. 133, 144, 161. İbni Sad, Tabakat, 3/221, İbni Asalar, M.Tarih-i Dımaşk, 10/290. Ayrıca ilgili isimler kısmında İsabe, Üsd ve Istiab’da geniş bilgi var.

206) a- Taberi Tarih-i, 3/430.

b- İbni Hacer Askalani, Lisan-ül Mizan, no: 502, Ulvan b. Davud Beceli kısmında.

c- Kenz’ül Ummal, no: 14113.

d- Muhibbüddin Taberi (694.Ö), Riyad-ü Nadre, 1/241 ve Zexair. 1/109.

e- Taberani (918.ö.miladi), Mucem-i Kebir, Aşerei Mübeşşere, Ebubekir kısmı, no: 43.

f- Ibnü Abdirabbih (328.Ö) Ikd’ül Ferid, Ahbar’ül Hulefa, Ebubekir kısmında.

g- Ebü-I Feda, Imadüddin İsmail b. Ali (h.732.ö), ‘Tarih’, Ebubekir kısmında.

h- İbni Ebi Şeybe (235.ö) ‘Musannaf adlı yapıtı, Ebubekr’in halifeliği kısmında 8/572.

i- İbni Asakir (571), a) Muhtasar’ü Tarih-i Dımaşk, 13/ 122. ve b) Tarihi Dımaşk, 30/421 vd.

j- ibni Teymiye (661-728), Minhac’ü-s Sünne, 8/290 ve devamında.

207) ibni Asakir, Muhtasar’ü Tarih’i Medinet-i Dımaşk, 13/77.

208) İbni Ebi Şeybe, Musannaf, Megazi, no: 38211, cilt, 20/584.

209) Ibni’l Cevzi, el-Muntazam…, 4/231.Hicri 17. yılı olayları kısmında.

210) a- İbni Abdilberr, Istiab, no: 840 Zeyd b. Sabit md. Yine Necah Tai, İgtiyal’ül halifeti Ebibekir, 1/62.

211) a-Taberi Tarihi, 3/428.

b- İbni’l Esir, El-Kamil, 2. cilt Ebubekir’in halifeyi tayin kısmında.

212) Az da olsa kimi yazarlarca, Hz. Muhammed’den sonra güya Ebubekir çok üzülmüş de gitgide çökmüş ve bu sıkıntıdan dolayı ölmüş deniliyor. Bunun bir abartı olduğu belli. Kaldı ki bunu pek fazla işleyen yazar da yok. Kimileri de soğuk bir gecede banyo yaparken zatürre olmuş, daha sonra vefat etmiştir şeklinde rivayetler aktarmışlar. Ancak insan, bu konunun işlendiği kaynakların toplamına bakınca ve olay da 1400 yıl önceki bir toplumda meydana geldiğine göre, ölüm nedeninin suikast olduğu kesinlik kazanır.